İlginizi Çekebilir
Doğala Doğru

Bir Değişimin Hikayesi

Doğala Doğru
Bana hep, “yaşadığın onca olumsuzluklara rağmen nasıl bu kadar pozitif olabiliyorsun?” diye çevremden hep soruyorlar.
Doğala Doğru
Evet, devamlı pozitif şekilde yol kat ettiğim doğrudur çocuk ruhumu içimde saklayarak çakıl taşlı yollarda patikalarda yürümekteyim, hayat gelişim için değişmektir ne de olsa. Kötü ya da iyi hepsi bir gelişimdir, bu benim gelişimimdir. Yaşadığım olaylar dolaylı olarak belki benim hatalarım değildi, ama verdiğim kararlar benim hatalarımdı, ben kaybettiklerimle değiştim, ben kazandıklarımla değiştim, istediklerimi elde edemeyerek değiştim. Değişim sadece bir şehir değiştirmek, arkadaş çevreni değiştirmek, kullandığın eşyayı değiştirmek değildir, değişim ilk başta zihinde başlar. Bir sabah uyandığınızda “ben bugün değişeceğim” diye uyansanız da, öyle kolay değildir insanın zihnini hayatını değiştirmek. Hayatımda yaşadığım deneyimleri insanlarla paylaşmaktan hiç utanmadım, utanılacak bir hayatım olduğunu kendimce sanmıyorum, yaşadıklarımı insanlara anlatırken büyük tepkiler, eleştiriler de aldım, üzülüp destek olmaya çalışanlar da oldu, ama ben deneyimleri insanlara anlatırken eleştiriyi de, tepkiyi de, destek eylemleri de kendime yaptığım için gelecek yorumlar beni genelde etkilemiyor. Bilenler bilir 2008 Yılında İstanbul’a yerleşene kadar monoton bir hayatım vardı, oraya yerleşene kadar sonsuza dek aynı düşünce yapısında, aynı hayat standardında olacağımı düşünürdüm, lakin monotonluk benim gibi bir insana çok ters, hayatımda köklü bir değişiklik yaptığımda bunun bedellerinin ağır olacağını hiç hesaba katmamıştım, bu noktadan sonra her şeyin güzel olacağını düşünürken kendimi çakıl ve patikalı yollarda, sorunlu insanlarla buldum, korkuyordum deli gibi, uzun bir süre parasız kaldım aç kaldım, sorunlu arkadaşlarım vardı, hayatımdaki olan kişiden şiddet gördüm, hiç tanımadığım insanlara sığındım, o anda yaşam standardının değiştirmekle kendini değişmeyeceğini anladım bedeli ağır olmuştu, çünkü ben kendimi değiştireyim derken aslında kendimi meğerse bilinmez bir yola sürüklemiştim. Nasıl çıkacaktım bu yoldan? Anlamıştım artık birilerinden yardım isteyerek bir şeyleri değiştiremeyeceğimi… Dedim ya öyle kendimi değiştirmem 1 günde olmadı, direndim değişmemek için ilk başta, bu yüzden canım çok yandı. Bilemiyorsun çünkü ve değişim mutlak bir doğru iken, aslında değişen mi sabit kalıyor ve değişime direndiğini sanan mı günden güne başka bir şeye dönüşüyor. Ben işte o zaman en başa döndüm, hatta tarafsız oldum. Sanki hayatım o zaman bir tabloydu da o tabloya fırça darbelerini vuran bendim, baktım son boyama daha kurumamıştı ama ıslaktı. Her an rengi dönebilirdi, tutmayabilirdi ve zaten kararsız bir renk doğacak gibiydi ortaya. Çirkinleşme ihtimali güzelleşme ihtimalinden fazla olan, ama benim görmek istediğim gibi göreceğim… Hepimiz bir duvarız bir bakıma, bembeyazız ama en başta, kullanılan malzeme farklı belki ama renk aynı, beyaz…  Ben mevcut son boyamı işte o gün vurdum kendime. Şimdilik ham gibi bunu kabulleniyorum, o gün netleştirmeye çalıştım aslında. Yola güzel olacak diye başladım, renklerimin uyumunu fark ettikçe güzelleşecek bende. İstiyorsun ki aynı kalsın her şey, yaşlanmayasın, kimse ölmesin… Sonra babamı kaybettim, kaybetmenin ne demek olduğunu ben babamda hissettim, o zamana kadar kaybettiğim sandığım şeyler aslında bir kayıp değilmiş, 3 sene öncesine kadar sonsuz bir hayatı olacak hep bizimle beraber olacak sanırdım, öldüğü haberini aldığımda ilk başta bir şey hissedemedim, çünkü ne olduğunu, ne kaybettiğimi bilmiyordum, aylarca balkonda bekledim gelmesini… Ağlayamadım bile doğru düzgün, çünkü güçlü olmam lazımdı, sorumlu olduğum öğrencilerim ve evde desteğe ihtiyacı olan duygusal bir annem ve ablam vardı, onlar kaybettiklerine ağlarken ben yine de neyi kaybettiğimi bilmiyordum, direndim… Onsuz bir hayata alışamadım, alışmak mümkün olmadı, kabullenemedim, ama içimdeki ben babamın kaybına ağlıyor, her gün kalbinde bir yanardağ varmışçasına yanıyor, başını duvarlara vuruyor. Ama dışımdaki ben de her “baba” lafı duyduğunda boğazı kilitleniyor, ufak bir gözü doluyor, abimi babam yerine koydum, kapı çaldığında elinde eğer poşetler varsa heyecanla elindeki poşetlere baktım 😊… Çünkü babam her dışarı çıktığında bana bir şeyler alırdı, babam gibi sarılmak istedim sarılamadım, babam gibi bakmak istedim bakamadım, çünkü gidenin yerini bir başkasıyla doldurmak da doğru değildi, samimiyetsizlikti… Halen sitenin aidatında babamın adı yazar, hala marketten sipariş verirken, nereye diye sorduklarında “Ahmet Canlar” derim, ismini değiştiremediğimde anladım ben değişimimin tamamlamadığımı… Sonra anladım ben babamı kaybetmedim, beni koruyan- kollayan, maddi desteği bana sağlayan, beni safça seven, ağladığımda yüzümü okşayan, ya da yüzüm asık mı oldu, koşa koşa yanıma gelen “ne oldu kara kızım, neyin var?” diyen içimdeki bir BEN’i kaybetmişim…. Dedim ya isteriz ki; her şey aynı kalsın, sevdiklerin bırakıp gitmesin, yüzünü güldürenler gün gelip paramparça etmesin seni. Sonra fark ediyorsun ki bencillikten başka bir şey değil yaptığın, büyümek için yırtınan da bendim, beni sevenleri bırakıp giden de, paramparça eden de bendim… Ve biliyorum ki, hiç değişmeyecek o saçma sapan döngü, aynı şeyleri yaşayacağım birkaç yılda bir. Başrollerdekiler değişecek, figüranları fark etmeyeceksin bile. Elimdeki yarım yarım parçaların sayısı artacak her geçen gün ve ne kadar istersem de, bir bütün olmayacak asla onca parça. İşte değişim; bazen o doğal sürecindekinden daha büyük biz hızla olur. Birikip taşma noktasına gelen olaylar, hayattaki dönüm noktaları, beklenmedik olaylar vs. tetikler. İnsan o an çoktan hazırmış gibi adapte olur değişen kimliğine. Kendi farklılaşmasındansa, başkalarının ya da başka şeylerin ne kadar da aynı kaldığını düşünmeye başladığında değiştiğinin farkına varır insan daha çok. Doğduğumuz andan itibaren değişiyoruz farkında olmadan, yaşamaya başladığımız gelişim süreci... Bazen olumlu, bazen de olumsuz olabiliyor bu gelişim ve değişim, ama sonuç olarak asla aynı kalmıyor insan. Önce görüntümüzün nasıl da değiştiğini gözlemleriz, çünkü değişimin en somutu budur… Yetişkinliğe erip her sabah aynaya baktığımızda, yüzümüze kazınmış biraz daha derinleşen çizgiler, var olmanın dayanılmaz ağırlığını hatırlatır bize. Sırada duygularımızın değişimi vardır. Ağlama ve gülme ile sınırlı olan duygularımız, daha sonra aşk, sevgi, kıskançlık, ihanet, nefret gibi birçok kardeş edinirler… Belki bugüne kadar aşk duygusunu yaşamadın diye kendine kızmışsındır, hani dedim ya babamı safça sevmiştim ben diye, sonra biri gelir, ezelden beri tanıdığın, varlığını bildiğin ruhun başka bir âlemde ruhuyla beraber olan biri şimdi çıka gelmiştir, kuş gibi çarpar kalbin durduramazsın. Çocukken oynanan bebeklerin, savaşan askerlerin yerini sevgilin doldurmaya başlar, çünkü çocukluğunun saf heyecanını tekrar yaşarsın… Onunla belki de hayatının en ciddi ama en zevkli oyununu oynarsın. Kimin söylediğini şu an hatırlamadığım sözdeki gibi: “ya kuş olur uçarsın, ya vurgun yer düşersin”. Sonra kendi kanından olan ''minik sen'' in varlığı girer hayatına, her şeyden değerli olan bir çocuk, ömür boyu taşıyacağın sorumluluğuyla büyür gözlerinin önünde. Onun değişimini izlerken, kendininkini kaçırırsın. Sonra kendimizi hayatı kazanmaya şartlandırılmış bir yarışın içinde buluveririz. Erteleriz sürekli isteklerimizi, daha iyi yaşamak, daha çok gezmek, daha iyi arabayı almak, daha büyük eve sahip olmak için bitmeyecekmiş gibi görünen sayılı günleri; tadına varamadan, insanca hırslarla yaşarız, hırslarımız gözlerimizi karartır hesapsızca. Zevkle okunan kitapların, çizilen resimlerin, dinlenen müziklerin yerini; doldurulması gereken mesai saatleri, hoşnut edilmesi gereken aile bireyleri, kaçırılmaması gereken toplantılar alır. Ama bunlar olumlu değişimler, hayatın ta kendisi olan değişimler… İçinizi değiştirmedikçe yaşam çekinilmez olur, bir parçanızı öldürmeniz lazım, o parçayı gömmeniz, vedalaşmanız, hatta belki yasını tutmanız gerekir. Tıpkı taze kayıplara sahip evlere, cenaze toprağa verildikten sonra çöken çaresiz kabulleniş gibi, o parçanın gittiğini kabullenmeniz gerekir, aksi olması durumunda devam etmek mümkün olmaz. Zamanın eli değdi bize; “kendine gel! çoktan değişti her şey “dedi kulaklıktan gelen bir ses. Değişmek insanın daha yola çıkmadığı zamanları düşündüğünde aklına gelenlerdendi. Değişimimi tamamlayamadım, fakat ben yaşadığım onca olaydan sonra "ben eski ben değilim" dediğim anda renklendim. Ne renk olduğunuz tamamen durumunuzla ve sizinle ilgili; kendinizde olan özelliklere de bir ucundan ya da tamamen yön verebileceğinizden değiştirme şansınızda tam da bu yüzden sizin elinizde 😊.

Bu İçeriğe Ne Tepki Verirsiniz?