Yaşamı kocaman bir “Merhaba!”
Düşten gerçeğe uzanan hayat yolunda karşısına çıkan türlü zorlukları bir bir aşmasını başarabilen bir yazardır Balıkçı. Cevat Şakir Kabaağaçlı, sürgüne gönderildiği Bodrum’un adını ve nasıl bir yer olduğunu bu küçük ilçeye adım attığında öğrenir. Şehir onu, o ise şehri ölümüne dek özümser.
Balıkçı, aldığı tüm eğitimlere ve okuduğu kitaplara bir yenisini ekler bu şehirde. Bodrum’un sokakları, sahili, ağaçları ve tabii çocukları onun düş dünyasına öylesine alacalı renkler sunarlar ki sonunda Balıkçı’yı dünya edebiyatına sunan bir şehir olur burası.
Mavi Yolculukların ilk adımını oradan atar. Şehre turunçgilleri, begonvilleri armağan eder. Artık tüm kent baştan ayağa portakal çiçekleri kokmaktadır. Balıkçı’nın kültür hazinemize sunduğu en büyük katkı belki de dünyanın yıllardır doğru bildiği kimi gerçekleri yapı söküme uğratmış olmasıdır. Neden mi?
Okur! Şimdi sana soralım o hâlde. Mitoloji denildiğinde aklına ilk ne geliyor? Yunan mitolojisi diyorsan, orada sıkı dur bakalım. Çünkü Balıkçı, aslında Yunan mitolojisi olarak bilinen anlatıların, kahramanların ve o köklü kültürün aslında bu topraklarda doğup büyüdüğünü bizlere yıllar önce anlattı.
Yunan kültürü ve mitolojisi olarak lanse edilen birçok bilginin aslında Anadolu kültür dairesinden çıkıp geliştiğini gösterdi. Bunun Helen kültürü, Akdeniz kültürü olarak da adlandırılabileceğini dünya literatürüne sundu.
Yaptığı araştırmalarla ve doğaya sunduğu katkılarla hayatın özüne işaret fişekleri gönderdi. O ışıltıları görüp görmemek ise bizim elimizde. Çünkü, çok sevdiği Yatağanım adını verdiği küçük kayığına sevdalı, turunçgillere ait tohumları ceplerinde kutsal birer metin gibi taşıyan şair şapkalı bir adamdı. Herkesin baktığı denizde, nice ışıltılar gördü kalemine devşirip de kelimelerle dans ettiği.
Yurtdışından davet aldığında şaşırdı kaldı. Çünkü kendini bir şair, bir yazar olarak görmemiş; hiçbir zaman bu konuda böbürlenmemişti. Bildiği yabancı dillere ve verdiği sanat eserlerine rağmen mütevazı biriydi. Onu dinleyenler, Balıkçı’dan öylesine etkilenmişlerdi ki toplantı sırasında dünyanın en ünlü şairleri ve edebiyatçıları konuşma sürelerinden ona yer ayırmışlardı.
Hayatın aslında almaktan çok, vermekle ilişkili olduğunu ve bu sayede insanın kendini diri tutabileceğini çok iyi biliyordu. Belki de bu nedenle hayatımda pek kazanmadım ki kazanmasını öğreneyim, demişti ve devam etmişti: “Kaybetmesini, hem de şahane kaybetmesini öyle öğrendim ki en zengin kazanışlara taş çıkartan bir ferahlık ve gönül açıklığıyla, gülerek kaybederim.”
Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği bence doğaya duyduğu inanılmaz tutkusuydu. Çünkü o bir şair, bir yazar olduğu kadar aynı zamanda bir bahçıvandı. Bodrum Belediyesinin kadrolu çalışanıydı. Çünkü ondan daha iyi botanik bilen ve toprağı işleyen yoktu. Hatta yirmi beş yılın ardından çocuklarının eğitimi için zorunlu olarak İzmir’e yerleşmesine rağmen Bodrum’a sık sık geldi. Üstelik bu gelme nedenlerinin başlıcası elleriyle diktiği fidanları, toprağa nakşettiği tohumları denetlemek; onlara sularını vermekti.
Çevreye bu denli sadık ve sevgi dolu bir yazarın konumu, diğerlerinden çok daha öte bir yerlerde olmalı. Bu nedenle Halikarnas’ı daha iyi tanımalı ve tanıtmalıyız.
O; bir şair, yazar, tercüman ve filozof olarak dünya kültür mirasına büyük katkılar sunmuştu. Peki biz onu yeterince tanıyor muyuz?
Dil ustalığı oldukça zor bir zanaattır. Bunu başarıp ince ince işlemek ise ancak Halikarnas Balıkçısı gibi yazarlara nasip olabilir. Bir yazarı tanımak ve onun aslında doğala dönüş için verdiği mücadeleyi görebilmek ise nasıl başlar? Bunun ilk ve en geçerli yolu elbette çocuklara onu tanıtmaktır. Peki, bizim elimizde Yunus’u, Mevlana’yı ya da Balıkçı’yı çocuklarımıza tanıtmak için hangi argümanlar var? Hangi eserleri ürettik? Onlarla ilgili kaç tane animasyon film çekip kaç tane çocuk kitabı resimledik?
Dikkatli okur yukarıdaki soruların yanıtını zaten çoktan vermiştir bile. Ancak biz bu noktada ne kadar da bakir bir toprakta olduğumuzu ve bunun için göstermemiz gereken daha nice çaba olduğunu görebiliriz. Balıkçı ve Çocuk odaklı onu çocuklarımıza tanıtan fantastik kitaplar, çizimlerle dolu eserler, animasyonlar olsa güzel olmaz mı? Ülkemize ilk defa getirdiği tohumlarla şehri bir botanik bahçesine dönüştüren, ülkemizin ilk gezi rehberi olan bu değerli insanı çocuklarla buluşturmanın vakti gelmedi mi sizce?
Sadece Bodrum’da değil onun gönül verdiği tüm deniz sularına kıyısı olan kentlerimize bir mavi yolculuğa çıkıp her kıyıdan bir çocuğa Balıkçı’nın deyimiyle sıcacık bir “Merhaba!” götürsek sizce nasıl olur?