Yaşam

İçinizdeki Hilebazı Tanıyor Musunuz?

Kendine acımanın, kendini sevmemekle, kendini aşağılamakla, kendini dışlamakla, kendine hakaret etmekle, kendini umutsuzluğa sürüklemekle uzaktan yakından bir bağlantısı yoktur. Tam aksine kendini kandırmadan bir yaşam sürmekle, çevresindeki sıkıntılara duyarsız kalmamakla, kendi kendine yüzleşeceği gerçeklerden korkmadan sorgulama cesaretini gösterebilmeye yarar kendine acımak, ama tabi yeterli olgunluğa erişememiş kişiler bu duyguyu bir yaşam biçimi haline dönüştürürler, üstelik bu kişisel gelişimini tamamlayamamış buna başvuran kişiler kaç yaşında olursa olsun bunu yaşam standardı haline getirmiştir.  Kendine acınacak durumlarından kurtulmak adına en küçük bir adım bile atmamışlardır, hatta acınacak halleriyle gurur bile duyarlar içten içe, onlar belki de gerçekten yardıma ihtiyacı olan kişilerdir. Sorumluluklardan kaçmanız, alıp başınızı uzaklara gitmek isteği ya da sabahlara kadar çalışıp kendini kaybetmek gibi tezahürleri vardır bu durumun, sosyal alanda bir yenilgi ya da büyük ideallere ulaşamama gibi durumların arkasından kendinizi bunun içinde bulmaktan gerçekten mutlu musunuz?

Kendini kurban durumuna düşürmeyi zamanında kendine yer edinmiş biri olarak bu yazıyı yazmayı kendime bir borç bildim, daha önceki makalelerimde yazdığım gibi kendi yaşadıklarımı, deneyimlediklerimi anlatsam ne kelimeler yeter ne de sayfalar, herkesin hayatında belli bir döneminde mutlaka bunu yaşamıştır, kimse kimseyi kandırmasın, biz bizeyiz burada, en zor günlerim de yaşadığım olumsuzluklarını hiç bitmeyeceğini sanırdım, aç olsam oturur açım diye ağlar, birilerinin bana acımasını beklerdim en basiti. Mesela babam öldüğünde; “benim babam yok sırtımı yaslayacağım duvarım gitti, kim artık bana sahip çıkacak”, şimdi düşündüğümde ne kadar da aptalmışım diyorum, babasını görmeden büyüyen çocukları düşünmeden ben kendime nasıl bunu yapabilmişim diyorum, nasıl izin verdim o kurban postunun içine girmeye kendimi, parmağım mı kanadı hemen anne babayı ara ağla “benim parmağım kanadı” diye ağla, iş yerinde başarısız mı oldum, hemen giyinirdim kurban postunu türlü bahanelerle acımalarını isterdim. “nasıl ezikmişim! Nasıl acınası durumdaymışım!” bunları yazarken belki utanmam lazım, ama bunları yaşamadan ben o kurban postumu üstümden atamazdım, bunları yaşamadan kendi benliğime dönemezdim, bunları yaşamasaydım kendimi geliştiremezdim. Şimdi en azından gördü diyorum, o zamanlar kendime kafayı mı yedim diyordum acaba? Düşündürüyor sizi, acı çektiriyor, ezikliğini, olumsuz ve mağdur nitelikli bir özelliğini sezdiğiniz aile bireyiniz için nasıl üzülüyorsanız kendiniz için de aynı şekilde üzülüyorsunuz, dünyanın gizemlerinden biridir, duygusallıkta çığır açmaktır. Aslında üzülmeniz gereken kişi ne siz ne aile bireyinizdir. Annem bu günlerde ciddi sağlık problemlerinden geçiyor, dolayısı ile doktorun verdiği tavsiyelerinin sorumluluklarını biz alıp kendimiz kontrol ediyoruz yediğini içtiğini, bu sabah çayını verdiğimde, çayını bitirdikten sonra bir bardak daha çay istedi, “kısıtlı sıvı alman gerekiyor, sağlığın için” hatırlatmamın ardında, ağlamaya başladı “ben sizin elinizde esir oldum, istediğimi yiyip içemiyorum, baban gittikten sonra ben sizin elinizde soytarı oldum” diye, aslında esir olduğu bizler değildik, esir olduğu kendi nefsiydi, onu bana söyleten de nefsiydi, acımadım asla çünkü onun iyiliği için o olması gerekiyordu, zamanında kurban postumu giyinip, abime kendi mağduriyetimi anlattığımda karşımda sanki ruhsuz, merhametsiz bir adam varmışçasına konuşmalar duyuyordum, o zamanlar kendime acımaktan gözüm o kadar hiçbir şeyi görmüyordu ki sebebini anlayamıyordum, “yahu adam koca şehirde bir başımayım, yiyeceğim içeceğim yok, sen nasıl bu kadar ruhsuz olabilirsin” diyordum kendime, aslında yaptığı şey çok basitti, kendi kurban postumun içinden çıkıp, çırılçıplak bir şekilde doğamı bulmamı sağlıyordu.

Bugün kendime acıdığım anları düşündüm, bu anların her bir mili saniyesi için acılar içinde kıvranarak ölmeliymişim, içimdeki o vıcık vıcık lanet şey; çatallı diliyle kulağıma sürekli "sadece sen varsın, sen varsın, sen, sen, ben, ben, ben.." diye fısıldayıp durmuş, sanki dünya üstünde ondan başka kimse nefes almıyormuş gibi, ben öyle bir şeydim ki tasasını ancak ve ancak benim gibi bir şey taşıyabilirmiş gibi, sen ne yaşadın demek, ne yaşadım ki sanki ben?, ne geldi başına?, kimsin sen?, nasıl bir şeysin?, şu dünyada insanların yüzde %99’undan belki daha şanslısın ve kendine acıyorsun ha, öyle mi? Hayatının geri kalanında boğazındaki o düğümle yaşamaya mecbur bırakılan o dünyalar güzeli kadına ne diyorsun peki? Sen zavallıymışsın, vıcık vıcık çatal dilli kapkaranlık kör bir şeysin deyip, içerisinde bulunduğum kendimi kurban edip öldürdüm tüm aklım ve kalbimle hem de.

Tamam, belki çok kötü zamanlar geçiriyor olabilirsiniz, ailenizden birilerini de kaybetmiş olabilirsiniz, hatta çok illet bir hastalığa yakalanmış olabilirsiniz, belki de kaybettiğiniz aile ferdinin yanına gitme olasılığınızın gitmeme olasılığınızdan kat kat fazla, üstüne en yakınızdaki insanlardan ihanete de uğramış olabilirsiniz, üzerine tüy dikmesi amacıyla işinizin gücünüz de yerle yeksan vaziyettedir ama bunların hiç biri sizi "kendine acıma pozisyonuna" düşmene itmemeli.

Yaşamınız boyunca "kaybedeceğim" duruşuyla insanın herhangi bir edinime ulaşması maalesef ki imkansız, aslında benim bakışımla insan kaybetmeye "kaybedeceğim" "vay bana vaylar bana" dediğiniz tam o an başlar. "kaybediyorum" "vaziyet iyi değil" her ne kadar birer durum değerlendirmeleri olarak fayda sağlasa da "kaybedeceğim" doğmamış çocuğa don biçmekle eş değerdir gözümde. Sevgili okuyucularım bilin ki;  asıl bu haliyet-i ruhiye içine girdiğiniz an kör kuyulara düşeceksinizdir, kendine acımak en basit anlatım tarzıyla öyle pis bir hal ki insanın içini burkan, kanatan her gerçeğin, içinde bulunduğu her sıkıntılı durumun daha da canını yakmasına ve dolayısıyla kendini daha ve daha fazla zavallı hissetmesine yol açıyor, o yüzden yapmayın bunu kendinize, hiç olmazsa kendinizi üzmeyin. "elimde değil ne yapayım?" bir çözüm değil asla! Çözümsüzlüğünüzü uzatacak bir fonksiyon sadece, elbette üzüleceksin bir acın, sıkıntın varsa bunu hissedeceksin, yaşayacaksın, hissettiğiniz için insansın, robot değil, başlangıç olarak yapılması gereken ve sağlıklı olan da bu, kederlerinizi sıkıntılarınızı ne kadar alta iterseniz itin bu onları hayatından çıkarmana değil sadece ötelemene yarayacak, bu yüzden tez elden yüzleşin, durum analizinizi hemen yapın ve nasıl bu durumdan kurtulabileceğinizi planlayın.

Kendinize acımayı seçtiğiniz müddetçe yaralı çocuk modunda takılıp kalır ve bir türlü sağlıklı yetişkin moduna geçemezsiniz, şimdi neyi tercih edeceksiniz, masum bir şehidi mi yoksa kurban postunu giyinmeyi tercih mi edeceksiniz? kendinize merhamet göstermeyin demiyorum, sadece kendinize acımayı bırakın. Kendine acımak şüphesiz ki, duyguların en pasifidir, kendinizi hep kurban pozisyonunda tutarsınız, kendine merhamet göstermek de elbette aktif bir duygudur, kendinize acımaya devam ettiğinizde sürekli aynı şarkıyı çalıp durursunuz, oysa kendinize merhamet göstermek öyle mi? Yüreğinizin acıyan taraflarına şefkatle yaklaşıp, bir yandan yaralarınızı iyileştirirken, bir yandan da hayatınıza kendi öz doğanızla devam edebileceksiniz,  kendinize acıyıp geçmişin karanlıklarına takılı kalmak yerine, kendinize öz merhamet göstererek, geçmişin yaralarını tamir edip bugünü yaşayabilirsiniz.

Dünyadaki tüm kötü şeyler sizin başınıza gelmiyor, hayatta iyi ve kötü şeyler de olmalı, peki başımıza gelen olumsuz olayların, olumlu yanı nedir biliyor musunuz? bize ders verirler. Başınıza gelen olaylar yüzünden hayatınızı cehenneme çevirmeyin, ya da kendi cehenneminizi yaratmayın, belki de kendi yarattığınız sahte benliklerinizden arınıp, kendi öz benliğinize, doğanıza çıkma zamanınız gelmiştir. Tüm bunlara rağmen eğer kurban postunu giymeye devam edecekseniz eğer, içine sıkıştığınız kurban postundan sizden başka kimse sizi kurtarmayacağınızı bilmeniz lazım. Unutmayın; “kendine acımak sadece budalaların işidir”, o yüzden şimdi ayağa kalkın, çıkartın tüm maskelerinizi, büründüğünüz o kurban postunuzu üstünüzden atın, doğanıza, benliğinize kavuşun! Lütfen hayatı ne sevdiklerinize ne de kendinize zindan etmeyin, mutlu edin ve mutlu olun….

Hepiniz biriciksiniz, hepiniz tek tek çok ama çok kıymetlisiniz :)

“İnsanı acı değil, kendine acımak bitirir.”           

Fyodor Dostoyevski

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi