Tüm bireysel, ailevi, toplumsal, ulusal ve uluslararası problemlerimizin tek bir nedeni vardır ve bunu anlama için de doğamızı anlamamız gerekmektedir. Doğamız, arzulamaktır ve arzularımızı haz ile doldurarak mutlu olmak isteriz. İnsanın hammaddesi sadece basit bir haz alma isteğinden başka bir şey değildir. Doğamız gereği, mutlu olmak için çabalarken başımıza olur olmaz birçok sıkıntı gelir ve ızdırap çekeriz. İnsan, arzularını tatmin ederek mutluluğunu sürekli canlı tutmaya çalışır. Bizleri işleten yazılım budur. Ancak bu mutluluğu sürekli kılmanın imkânı yoktur. Zira, doğanın çok basit ancak çok kritik bir kanununu gözden kaçırmaktayız:
İnsanoğlu bu şekilde var olmaya çalıştıkça, sadece artan bir tatminsizlik ve mutsuzluk ile yoluna devam eder ta ki hayatında çaresizlik noktasına gelene kadar. Kişi yaşlandıkça yavaş yavaş arzuları da zayıflar ve ölümüne doğru geçirdiği günler boyunca istemekte olduğu şeyleri yavaş yavaş bırakır. Bu, ilk bilmemiz gereken doğa kanunu idi.
İkincisine gelecek olursak, insanoğlu “egoizm” denilen bir doğa ile çalışır. Yani, bizi işleten ve haz alma arzusu olan yazılım, bu prensiple çalışmaktadır. İnsan, tüm hesabını sadece egoizm üzerinden yapar. Egoizm, kendimize verdiğimiz aşırı değer demektir ki bu da elbette, sadece diğer kişilerin değerini indirgemek ile olabilir. Herkes, istisnasız egoisttir. Doğamız bu şekildedir. Bunun önüne hiç kimse geçemez.
Her nesilde egoizm giderek artar. Kişi de büyüdükçe daha egoist olur. İnsanoğlunun ve kişisel gelişimimizin arkasındaki itiş gücü, egodur. Ego olmasaydı, insanoğlu olarak ilerlememiz asla mümkün olmazdı ve hayvanlar gibi bir yaşantımız olurdu ki bu benzetme, 21. yüzyıl insanlarının hayatına bakınca kulağa pek de kötü gelmiyor. İnsan, başkaları ile sürekli kendisini kıyaslayarak ve daha yüce olmayı isteyerek gelişir. Daha iyi bir hayat yaşama ve daha fazla haz alma hayalleri kurarak ilerler.
Bu yüzden bir taraftan arzularımızı haz ile doldurmaya çalışır, öte taraftan da bunu egoistçe yaparak diğer insanların üzerinden ve onları kullanarak kendimizi tatmin etmeye çalışırız. Ancak birinci kuraldan dolayı, yani arzu ve haz birbirini iptal ettiği için asla mutlu olamayız.
İşte bu kısır döngüyü anlamamak ve sorunu çözememek, kişisel problemlerimizin başlangıcıdır. Sekiz milyarlık insanoğlu, sürekli olarak kendini, bu şekilde mutlu etmeye çalışırsa elbette bu bireysel, ailevi, toplumsal, ulusal ve uluslararası problemlerin tamamı, varlığını sürdürecektir. Esasen, bir insan, tüm dünya mesabesindedir ve bir insan ile tüm dünya eşit olarak değerlendirilmelidir.
Küresel ve tamamlanmış bir egoist gelişime ulaşmış bulunmaktayız. 21. yüzyıl itibariyle, egoizm ve haz alma arzusunun kombinasyonu insanoğlunun artık mutasyon geçirmesine neden olmaktadır. Bu yüzden, dünya üzerinde, toplumda sürekli artan rahatsızlıklar, daha önce toplumumuzda hiç görülmemiş derecede sapıklıklar, cinayetler, yolsuzluklar ve dolandırıcılıklar tamamen su yüzeyine çıkmış ve sürekli devamı gelmektedir.
Hayat bize, bu doğamız ve bu “yazılım” ile var olamayacağımızı göstermektedir: Bize hayatın, doğanın ya da Yaradan’ın son tokadı, COVID-19 virüsü olmuştur. Hayat bizi, kendimizi yok etmememiz için resmen durduruyor, bu yüzden bu virüsün geldiğine hiç üzülmeyelim zira birbirimizi yemeyi durdurtan tek etken, bu virüs oldu. Eğer tüm dünyanın ortak problemi bu virüs olmasaydı, şüphesiz çoktan büyük bir savaş daha çıkardı. Çünkü insanoğlu ne birinci ne de ikinci dünya savaşıyla uslanmadı ve hatta üçüncü dünya savaşını da çıkarmaya çok az kalmıştı ki hayat hepimizi eve kapattı. Çünkü, doğa bizden daha akıllıdır!
Tüm dertlerimizin nedeni, işte bu doğamızdır. Bunu anlamadığımız sürece ve bunun üzerine nasıl çıkıp ne şekilde yaşayacağımızı bilemediğimiz sürece; hazlarımızı ve egoist doğalarımızı tatmin ederek doldurmaya çalışıp, giderek artan bir karanlığa sürüklenmeye devam edeceğiz.
2012 yılında yazdığım bir makalede, 2020 yılında bir kriz yaşayacağımızdan bahsetmiştim. Şimdi sizlere şunu da söyleyebilirim ki 2020’yi mumla arayacağız.
İnsanoğlu olarak, gelin bu ızdıraba ve karanlığa bir dur, diyelim. Kendimizi bilelim. Kendi doğamızın kendimize ne kadar zarar verdiğini görmeye gelelim çünkü bana bir şeyin ölümcül derecede zarar verdiğini görürsem ondan kendimi uzak tutmaya çalışırım.
Doğamız, mutlu olmayı istiyor ve görünen o ki hayatın amacı da bu mutluluğu elde etmek! Çünkü hayat bizi böyle yaratmış ve içimizdeki derin talep bu! Bu mutluluğu gerçekleştirmenin yegâne yolu ise insan ile insan arasındaki ilişkinin iyileşmesidir. Çünkü tüm mutluluklar aslında insan ve insan arasındaki bağda hissedilmektedir. Kendimizi doldurduğumuz materyal hazların hepsi anlık hazlar olmakla birlikte dostlarımızla ve ailemizle yaşadığımız duyguları, belleğimize anılar ve duygular olarak işleriz. Bu yüzden kişinin mutluluğu bulabileceği sadece bir tek yer vardır: ‘İnsan ile insan arasındaki iyi ilişkiler!’
İnsanoğlu, bunu yapmayı bilmediği sürece, hayatını dertler ve sıkıntılarla geçirecektir. Bu dünyadan göçüp gidecek ve kitlelerin hayatına baktığımızda gördüğümüz şekliyle yani sanki hiç var olmamış gibi öleceklerdir. Hayatın şimdilerde bize fısıldadığı da budur: “Cenazene kimseyi getirmeyeceğiz ve bir tabutta virüsten korunmak için beyaz kıyafetler giymiş insanlar tarafından gömüleceksin. Cenazene de kimse gelmeyecek!” Gerçekten de sanki hiç yaşamamış gibi ölecek, insan.
Elbette böyle geçmek zorunda değil, hayat! Kötülüğün içinde kendimizi buldukça çıkmanın da yollarını arar ve hayatı sorgulamaya başlarız: “Neden yaşıyorum ki?” demeye başlarız. Eğer kişi, bu sorunun cevabını ciddi olarak ararsa elbette ki bir yol bulacaktır.
Kesin ve net bir sonuç var ki, bu şekilde sadece kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz. Bunun önüne geçmenin tek yolu, doğamızı ve bu doğayı ne ile ve nasıl evrimleştirebileceğimizi öğrenmek ve uygulamaya koymaktır.
Marty Mutlu Meydan