Edebiyat; düz yazı ve şiirlerle okuruna sonsuz kapılar açan bir sanat dalıdır. Edebiyat, insanı sanatla ve kültürle buluşturur. Üstelik edebiyata ulaşabilmek için bir kitabın sayfalarını açmak yeterlidir.
Peki, edebiyat kaynağını nereden almaktadır? Yazarın ilham heybesini dolduran hayaller, yaşam deneyimleri ve çeşitli çevresel etkenlerdir. Bu etkenler arasında neleri sayabiliriz? Örneğin, bir doğa olayı da pek tabii bir yazara ilham verebileceği gibi hüzünlü bir olay da şairin dizelerine yansıyabilir.
Yaşanılan coğrafya, içinde doğup büyüdüğün halk kelimelerle örülü bir sanatın değişkenleri arasında başat unsulardır. Romanlarına, öykülerine tabiatın gerçekliğinin yanı sıra halkının sevinçlerini, hüzünlerini, acı ve matemlerini de katar yazar. Katmıyorsa burada sıkıntı vardır. Çünkü edebiyatın doğasında insan, insanın doğasında ise yaşadığı toprak vardır.
Üzerine ayak bastığı toprağın sıkıntılarını içselleştiremeyen yazarlar zamanla unutulurlar.
Sadece tema ve konu bakımından değil yazarın kullandığı dil açısından da halkının düşünüşlerinin ve hayallerinin kitaplara yansıması elzemdir. Nitekim bu nedenle ölümlerinin ardından unutulmayan Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi şair ve yazarları, okurlar büyük bir istekle okumaya devam etmektedirler.
Yaşar Kemal gerek İnce Mehmed serisinde gerek diğer roman ve öykülerinde içinde büyüdüğü Osmaniye/Hemite köyünün yöresel ifadelerini, atasözü ve deyişlerini kıvrak bir zekayla diline monte edebilmiştir. Onu okurken Hemite köyündeki yaşlı bir teyzeyle sohbet eder gibi hissediyor, kimi zamanda köyün çocuklarından biriyle oyun oynamaya dalıyorsunuz. Bu içtenliği ve doğallığı yakalamak Yaşar Kemal’in belki de en büyük başarısıdır.
Halkın sözlerinden kaçmak yerine o sözleri edebiyatının başat unsuru yapmayı kendine ilke edinmiş bir yazardır Yaşar Kemal. Yine Nazım Hikmet’in dizelerinde de aynı yalınlığı ve
köyün dilini görebiliyoruz. Kuvvayı Milliye Destanı isimli ölümsüz şiirini de aslında büyük başarıya ulaşmasını ve bu denli sevilmesini sağlayan tam da budur. Nazım’ın dizelerinde ifade ettiği gibi: “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar;
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar…”
Diğer örnekleri vermek yerine olumlu örnekleri düşünmenizden yanayım. Çünkü halkın öz değer yargılarından, kültürel ve inançsal değerlerinden, hayatı algılayış şekillerinden uzak yazarların kalemle yapabildikleri eylemin kitap yazmak değil kağıtla oyalanmak olduğunu düşünüyorum.
İçinde bulunduğu ve icra ettiği edebiyatın adını bile koymaktan çekinen bireylerin yazar olabilmeleri pek ihtimal dahilinde gelmiyor bana. O halde edebiyatın büyülü dünyasına dalabilmek için her şeyin yine kelimelerle mümkün olduğunu ifade etmeliyiz.
Söz konusu kelimelerin ise yine halkın öz kelimeleri olduğunu, topraktan edebiyat çıkarabilmenin bir başka deyişle edebiyatta toprağın sesi olabilmenin önemli olduğu düşünenlerdenim. Çünkü edebiyatı besleyen ve büyüten yine içinden filizlendiği toprağın ta kendisidir aslında insana çok da yabancı olmayan…