Kültür

Efsaneler Aslında Gerçek Olabilir mi ?

İnsan, yaşadığı mekâna ve zamana göre fikirlerini şekillendiren bir varlıktır. İçinde bulunduğu yerin kısa zamanda şeklini ruhen alır ve hayatını da buna göre biçimlendirir. Soğuk havada kalın giyinir, yağmur yağınca şemsiye açar. Bunlar oldukça gerçekçi ve hayatın olağan akışına uygun görünen hareketlerdir. Peki bunların çok daha ötesinde bir gerçeklik varsa ve gerçek sandıklarımız birer düşten ibaretse. Bunu hiç düşündünüz mü?

Bugünün bilimkurgu filmlerinin ulaştığı zirve noktası bile yeterince muhafazakar kalabiliyor. Çünkü geleceğin gerçekliği bugünün fantazyasını alt üst edebiliyor. O halde sabit bir gerçeklikten söz edebilmenin olanaksızlığını anlayabiliriz.

Salgın hastalıklar, savaşlar ve yıkımlar derken içinden geçtiğimiz bu dönemin fantastik bir kitaptan farkının kalmadığını ileri sürebiliriz. Peki, bize öğretilen tüm efsaneler de hayatımızın kendisi gibi birer gerçeklikse ve bunu fark edebilmemiz mümkün değilse?

Bunu fark edebilmenin bazı yolları olduğunu söylesem bana kulak verir misiniz?

Örneğin, birkaç yıl önce Hatay’ın Dörtyol ilçesinde bir köye derleme yapmak üzere gittiğimde iki kaya efsanesini öğrenmiştim. Bu köyde yaşayan iki genç birbirine sevdalanmışlar ancak aileleri evlenmelerine izin vermemiş ve onlar da gizlice buluşup kaçmaya karar vermişler. Fakat bu gençler kaçarken aileleri onların peşine düşmüşler. Gençleri tam yakalayacakları sırada dua ederek “Allah’ım sen bizleri yakalatma ve burada taş eyle de kimse bize dokunamasın!” demişler. Bunun üzerine bu iki sevgili iki büyük kayaya dönüşmüşler. Birbirlerine değmeyen bu iki kaya, bugün dimdik durmakta ve dilek dilemek isteyenlerin de uğrak yeri olmuştur. Peki, bu efsanede sözü edilen kişiler gerçekten yaşamış ve sonra da kayaya dönüşmüşler midir?

Aslında burada sorulması gereken soru bundan da ötesi olmalı. Yaşamımızı şekillendirenler sadece iklim, ekonomi, siyaset örgüsü müdür? Yoksa anlatıların bize kattıkları ve kültürel dünyamıza yansımaları da bu işe dahil midir? Elbette kültürden yaşamı, yaşamdan da kültürü soyutlayamayız. Bu bağlamda kayaların birbirine sevdalı iki genç olduğunu düşünen insanların konu hakkındaki inanmaları ve bu inanma çerçevesinde oluşan ritüeller, o köyde yaşamış ve yaşayan herkesin fikir ve gönül dünyasını etkilemiştir.

Efsanelerin ve kutsal anlatıların sizlerin de hayatlarında etkisini görebiliyor musunuz?

Örneğin taş kesilme efsanesindeki gibi sizlerin de yaşadığınız bölgede kutsal ağaç, dua edilen bir mekân ve bu yerlerle ilgili yaşadığınız anılar yok mu? İşte tüm bu yaşanmışlıklar aslında efsanelerin, insan hayatına ne derece etkili olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Tüm inanmalardan ve kutsal olandan uzak olduğunu düşünen ve hatta söz konusu inançların hurafe olduklarını ifade eden insanların bile bir şekilde kutsalın tezahürleriyle her gün baş başa kaldıklarını ve temas ettiklerini söyleyebiliriz. Örneğin; doğum günü kutlamaları, yıl başı partileri, tanışma ve evlilik yıl dönümleri kutsal zamanların başka çeşitleridir. Bununla beraber sevdiğin insanı gördüğün ya da tanıştığın yer ise kutsal mekân sınıflaması içinde değerlendirilebilir. O hâlde hayatın her alanında ve herkes için kutsal ve efsanevi olan bir olayın ya da anlatının ne derece etkili olduğunu ifade edebiliriz.

Dinler Tarihçisi Mircea Eliade’ye kulak verdiğimizde onun kutsalın dönüşümü ve profan (kutsal dışı) insanın bile bu dairenin içinde olduğunu ifade ettiğini görebiliriz. Efsanelerde yerini almış kahramanların da günümüzde olağanüstü özellikleri sayesinde hayran kitlelerine sahip olduklarını görüyoruz. Hatta bunlardan birçoğunun animasyon ve sinema filmlerinin de çekilmiş olmaları, bir nevi bunların ete kemiğe büründüğünü göstermez mi?

Anadolu efsanelerinde de yerini edinmiş birçok karakter ve mekân bizlere hayatın kendisiyle ilgili birtakım gerçekleri de fısıldar. Saygıyla önünden geçtiğimiz bir mezar, dallarındaki kuşların cıvıltılarını duyduğumuz kadim bir ağaç, elif elif yağmakta olan kar taneleri… Aslında hepsi birer surettir asıl olandan ve bizler aynalarda gördüğümüz tüm yansımaları hayatın kendi gerçekliğinden çıkarmaya çalışan insan oğullarıyız.

Bu bakımdan efsanelerin gizemi bizleri sarmadan evvel bir göğe bakalım. Salkım salkım ilerlemekte olan bulutlara, düşlere gebe kanat çırpışlarına kuşların… Bir martı, Kız Kulesi’nden Galata’ya doğru uçarken geride bıraktığı kulede bir zamanlar yaşamış genç bir kızın düşlerini de taşır kanatlarında. Hafif ıslak hafif ürkek ve çoğu zaman sevdalı. İşte bu nedenle belki de tüm efsaneler, hayatın içinde var olacak ve insanlığın ortak yazgısında kendine yer bulabilecek.

Bir Zen ustasının öğrencilerine vaaz vermeden önce pencereye konan bir kuşun ötüşünde saklı aslında tüm gizem. Herkes; ustadan vaaz beklerken kuşun ötüşünü işiten usta, vaaz verilmiştir der ve çıkar gider. Çok da kaybolmamak lazım hayat kalabalığının içinde aslında tüm anlam bir portakal çiçeği kokusuna ya da minik bir istiridyenin içine sığabilecek kadar küçük, özlü ve manidar. Mühim olan müzik çalmazken bile dans edebilmekte…

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi