Yaşam

Mekanın Kutsallığı

Bir mekânı, bir şehri, bir evi ya da bir bahçeyi bize ait yapan nedir? Ötekinden farklı kılarak benimsediğimiz ve bizleştirdiğimiz yerler, kişinin kutsalı olabilir mi?

Çoğunlukla seküler dünyanın hegemonyası altında bireysel inançlar oluşturan ve son dönemlerin büyük tartışma konularından birisi haline gelen Deizm’in belki de çıkış noktasını yer alan özgün din arayışları, aslında yukarıda sorduğumuz iki sorunun bir nevi tezahürüdür.

Din ile iç içe yaşayan insan topluluklarından modern dünyanın insanına geçişte dini, ayinsel ilahilerin yerlerini ulusal marşların alması tesadüf değildir. Din dışı yaşayan insan için şekil değiştiren ayinler, sadece marşlarda değil; TV ekranlarında, bağımlısı olunan dizilerde de varlığını göstermektedir. Tüm bu kutsallaştırma ögeleri, çeşitli ritüeller aracılığıyla kutsal mekânları da beraberinde getirmektedir.

Çoğu kez tecrübenin ve atalardan öğrenilen bilgilerin de etkisiyle kimi mekânlar kutsallaşarak diğer yerlerden ayrı bir görünüme bürünür. Bireysel algının yanı sıra toplumsal algıda devreye girer bu noktada. Dr. Rıza Güler’in de ifade ettiği gibi algılar bir süre sonra gerçeklik haline gelir.

Lefebvre’e göre “mekânın üretimi” daima toplumsal bir üretimdir, farklı bir ifadeyle toplumsal mekân, toplumsal bir üretimdir. “Doğa ve insan arasındaki birliğin türevi olarak mekân, toplumsal olarak üretilmektedir; bir toplumsal faaliyetin ürünüdür. Mekânın ve toplumun karşılıklı üretimini sağlayan ise toplumsal üretim ilişkileridir” Toplumun ortak belleğinin oluşmasına katkı sağlayan ritüeller ve bu ritüellerin icra edildiği mekânlar, binalar, şehirler ve meydanlar bir süre sonra o toplumun kutsal mekânları haline gelecektir.

Günümüzde büyük şehirlerimizde betonlaşmanın altında eriyen ve hatta yok olan meydanlarımız, maalesef kolektif belleğin tahribatına neden olmuştur. Eskiyi hatırlatan her şey; kişiye huzur verir, güven aşılar. Çünkü mazide bir derinlik ve o derinliğin içerisinde ataların emeği, bilinmeyen zamanların kutsal ögeleri saklıdır. Bu büyünün bozulması ise kişiyi huzursuz eder. Günümüzde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerimizde meydana gelen cinayetlerin, gaspların ve intiharların altında, büyünün bozulmuş olduğu gerçeği yatmaktadır.

Son dönemlerde ülke gündeminde yer edinen konu, bazı üniversitelerimizin bölünmesi ve adlarının değiştiriliyor olmasıdır. Gazili bir gencin bir günde Hacı Bektaş Veli’li bir gence dönüşümü; mekâna yüklenen anlamın ve bireysel hafızanın görmezden gelinerek gencin geçmişle bağının kesilmesi sonucunu beraberinde getirir.

Binalara ve kampüslere anlamını yükleyen şey; içerisindeki sıralar, masalar ya da duvarlar değil; o mekânların geçmişle bugün arasında kurulan köprüleridir. O köprülerin ayakları, mazinin hatıraları ve mekânın içerisinde kazanılan tecrübelerdir. Geçmişe ait ögelere saygı gösterilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara devredilmesi Asmann’a göre; dünyanın düzenini –aynı zamanda grubun kimliğini- korur.

“Bellek sanatı için mekân neyse, hatırlama kültürü için de zaman odur” diyen Assmann, “geçmişin ancak kendisiyle ilişki içinde olunması halinde” ortaya çıktığını savunur. Böyle bir tezde, temel olarak “zaman” kavramını merkeze alarak, bugünden yarına bakabilmek için, dünü “yok olmaktan kurtarmak ve hatırlayarak yaşatmak” fikrine göre bir bellek anlayışı geliştirir. Bu bellek anlayışı, Assmann’a göre, “Geçmiş hatırlanarak yeniden kurulur” düşüncesinden hareket eder. Geçmiş ise bugünün uygulamaları sayesinde kurulur.

Nora, hafıza mekânları olarak işaret ettiği bu kutsal yerlerin korunmasının insanın bir ihtiyacı olduğunu savlar. Zaten eğer bugün hafızamızda yaşıyor olsaydık; hafıza mekânlarına ihtiyacımız kalmazdı. Oysaki günümüzün insanı için geçmişle kurulacak olan bağlantılar oldukça önemlidir. Din dışı yaşayan, gelenek karşıtı bireylerin dahi bu sarmalın içerisinden çıkmasının mümkün olmadığı görülmektedir.

Mitoloji araştırmacısı M. Eliade’ye göre profan dünyaya ait insanların, sevdikleriyle buluştukları bir yere diğer mekânlardan farklı anlamlar yüklüyor olması da bireylerin mekânlara giydirdikleri kutsallık elbisesinin bir izdüşümüdür. Cami, kilise ve havraların kutsallıklarının yanı sıra, modern insanın evleri, odaları, şehirleri, futbol sahalarını algılama biçimleri mekânların insanlar için olan önemini bir kez daha iyi anlamımızı sağlar.

Bu bağlamda; çocukken top oynadığımız boş arsaları binalarla dolduranlara; elma toplamak için çıktığımız ağaçları kesenlere, büyük bir sevinçle adımımızı attığımız üniversitelere dokunanlara söyleyecek bir çift sözümüzün olması gerekmez mi? Eğer, içimizde hala kutsala dair bir şeyler kaldıysa…

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi