Evet, hayatımızda birçoğumuz sevdiklerini kaybetme deneyimini yaşamıştır, babam ölene kadar bu acıyı yaşamayacağım sandım hiç, ailesi ile güçlü bağı olanlar bilir ki; babalar ölümsüz kahramanlardır, babam son 7 ay'ını hastanede geçirdi, o hasta yatağındayken biz kimi zaman, güldük eğlendik, ama babam hayatın kıyısında kalmıştı, babam çoğu kez yalnız kaldı, kimse uzanıp dokunamadı ona, dokunamazdık, nasıl dokunabilirsin ki? Babam yaşarken öleceğini öğrendi, onu kimsenin anlaması beklemese de, o orada öyle bir başına uzanırken biz hayatımıza devam ettik, acılarını bilemedik, o kadar acı çekmesine rağmen hiç de “canım acıyor” demedi, teslim olmuştu bir kere ölüme. Hiç unutmuyorum bir gün babamı temizlemem lazım, o zamanlar abim babamın daha rahat etmesi için özel hasta yatağı almıştı, ben babamı temizlemek için sol tarafına çevirdiğimde yatağın demirinden destek alıyordu, geri sırt üstü çevirdiğimde ise elinin yatak demiri ve duvar arasında sıkıştığını fark ettim, bir “ahh” bile demedi, sadece elini havaya kaldırıp eline baktı, bir “ahhhh”… biz olsak kızılca kıyamet koparırdık, demirin vermiş olduğu o kadar baskıya, ama o hiç sesini çıkaramamıştı, elini aldım öptüm öptüm “özür dilerim, canın acıyor mu baba?” dedim, “yok” dedi, biliyordum canının acıdığını.
Babam onca acı çekerken, bu kadar teslim olmuşken ölüme, onu her kaybettiğimi düşündüğümde ağlamaya başlardım, hakkım var mıydı? İşte bizler çoğu zaman sevdiklerimizin ne kadar acı çektiklerini düşünmeden, sadece kendi acılarımıza odaklanırız ve onların yokluklarını düşündüğümüzde kendimizi nasıl hissedebileceğini düşünürüz sadece, doğanın bütün dengesini kendi içerimizde alt üst ederiz. Birçok kültür ölümü kutlarken ve bu durumu ölen kişinin ruhunun özgürleşmesi olarak görürken bizim kültürümüzde ise ölüm bir trajedi olarak kabul ediliyor, ağıtlar yakılıyor, ağlıyoruz aslında ölene değil, bir daha o kişinin hayatımızda olamayacağı düşüncesine ağlıyoruz, bencilce düşünüyoruz, oysa ölen ruhu sonsuz bir huzura kavuşmuştur. Kendimize ağlamak yerine kabullenişe gitmek bencilliğinizi yıkarak doğanın bize bahşetmiş olduğu bir olayın da üstesinden daha kolay gelmemizi sağlar. Bunu söylemek çok kolay, yaşamak ise çok zor gelebilir, ama acının duygusal halini yaşamış bir insan var karşınızda.
Örnek veriyorum, sevdiğiniz kişiyi korkunç bir hastalıktan acı çekerken gördüğünüzde, hala bu kişinin hayatta olmasını ve bu acıyı yaşıyor olmasını mı tercih edersiniz, yoksa her şeyi akışına bırakmayı mı? Kendinizi bu sürece alıştırabilirsiniz, yemek, içmek, eğlenmek, nefes almak kadar doğaldır ölüm, her akşam yatmadan 10 dakika gözünüzü kapatın kendi ölümünüzü düşünün, sevdiklerinizin ölümünü düşünün, böylece acıya teslim olmanız daha kolay olacaktır, hiç birimiz ölümsüz değiliz, sevdiklerimiz de öyle. Bu sıralar annemin ciddi sağlık sorunları ile ilgilenirken, onun da bir gün öleceğini kendimi düşünmeden alıştırmaya çalışıyorum.
Bu konuda duygusal zayıflığa düşüp , “nasıl olur da annenin ölümünü kabullenip üzülmezsin?” diyebilirsiniz, annemin her gün acı çekmesi bana daha çok acı veriyor, sevdiğin insanın her gün acı içinde kıvranması, onun yaşadığı acıya eş değer bir acı çekiyorsun, keşke elimizde bir sihirli değnek olsaydı, ya da bir iksir içirseydik sevdiklerimize onlar acı çekerken birden acıları yok olsaydı, daha kolay olabilirdi, her saniye dua ederim anneme acıları dinsin, acı çekmesin diye, dışarıdan baktıklarında ise ben duygusuz, hissiyatsız biriyim. Hayır! Ben sevdiklerimin acı çekmesini istemiyorum, ben bencilliğimden babamın ölümünden sonra arındım, ben kendime ağlamayı bıraktım.
O kaybetmeyi çok korktuğumuz kişilerin yokluklarında yaşayamayacağımızı düşünürüz ve bizi üzen aslında budur. Gitmelerinden öte, bizi yalnız bırakmalarıdır mesele. Duygularımız bizi kontrol altında tuttuğu için, bu hissiyat çok ben merkezli bir düşüncedir. Oysaki ölümü kabul ettiğimizde, yolumuza devam edebileceğimiz değiştirilemez bir gerçektir. Enerjimizi, zamanımızı ve sahip olduğumuz her şeyi ben merkezli düşünceye ayırmamalısınız, unutmayın ki; asla ölümden kaçmak bir seçenek değildir. Kabul etmemiz gereken bir şeydir, çünkü hayatın en doğal tek parçası tek gerçeğidir ölüm. Keşke hayat sevdiklerimizi bizden almak için izin isteseydi, ne güzel olurdu değil mi? Böyle bir şey asla mümkün değildir, çünkü hayatın; sevdiklerinizi kaybettikten sonra nasıl hissettiğinizden, ne kadar kabullenemediğimizden, ne kadar üzüldüğünüzden sorumlu değildir, ölüm gibi en doğal bir olayı kabul etmek tamamen sizin sorumluluğunuzdur. Ölümü kabullenirken, sevdiklerinizin ardında ağlamadığınızda sakın toplum tarafından hislerinizin kontrol etmesine izin vermeyin, belki biraz ağır olacak ama maalesef bazı kişiler acı ile beslenir, ruhları acı denen zayıf bir şekilde büyür. Yine hiç unutmuyorum dayımın eşi babamın cenazesinde ağlamadığım için bana kızıp “ağlasana neden ağlamıyorsun, bağır çağır ağıt yak” dedi. Ne benim ne de babamın ruhuna benim gözyaşlarıma, ağıtlarıma ihtiyacı vardı, onlar çığlık atarken ben içeride babamın ruhunun acı çekmemesi için dua ediyordum sessizce…
Ölümün en doğal hayatın parçasını olduğunu kabullenmeniz için, hayatın anlamını insanın kendisinin bulması gerekmektedir, bu ailenizden, devletinizden öğreneceğiniz bir şey değil, keşfedilecek bir şey. Hayatınız sahip olduğunuz en kıymetli şeylerden birisi olduğunu sanırsınız, bir başkasının fikrine feda edilemeyecek kadar değer. Hayatımız boyunca mutlu olmak için bir şeylerin peşinden koşarız ya da koştuk, bu, çölde susuz kalmış birinin gördüğü seraba benzer, ona ulaşmak ümidiyle gördüğümüzün peşinden koşarız, ama kavuştuğumuzda elinizde kalan bir avuç kumdur. Unutmayın yaşam, sadece bir rüyadır ve biz benliğimizin hayaliyiz... Ölüm nihai bir şeydir, hepimizin başına gelecek, doğanın tek gerçeği ile savaşmak manasızdır…