İlginizi Çekebilir
Doğala Doğru

Halfeti'nin Sakin Şehir Özelliğine Balta Vuruluyor

Doğala Doğru

Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi, 1999 yılında baraj sularının altında kalarak derin bir sessizliğe çekilmek zorunda kaldı.

Doğala Doğru
Şehrin hafızası, kültürel dokusu ve yaşantısı da bir anda yok oluverdi.

Evlerini terk edip bahçelerindeki ağaçları kesmek zorunda kalan Halfeti halkı için bu durum oldukça trajikti. Kimi aileler, elleriyle dikip büyüttükleri erik, portakal, mandalina ağaçlarını kesmeye kıyamadılar. Yaşlılar, neredeyse tüm yaşantılarını suların altında bırakıp gözyaşlarıyla ayrıldılar evlerinden.

Okulları su altında kalan öğrenciler, arkadaşlarından ve öğretmenlerinden zorunlu bir vedayla ayrılıp sıralarına son bir bakış atarken yoğun duygular hissettiler. Yıllar sonra ilkokuluna gidip de ne günlerimiz geçti burada diyenlerden asla olamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Koskoca bir şehir; camileriyle, meydanlarıyla, çarşısıyla, evleriyle, okullarıyla suyun altına hapsoldular.

Devletin kendilerine tahsis ettiği evlere giden yaşlılar bir bir göç ettiler dünyadan. Geçmişleri, su mezarlığındayken kendilerinin üzerine de birer kürek toprak atıldı. Ölüm haberleri hızlandı.

Halfeti, yoğun bir trajediyi yaşarken suların altında kalan caminin minaresi; nehir yatağının oluşturduğu manzara turistlerin ilgisini çekmeye başladı. Turistlerin yavaş yavaş gelmeleriyle beraber suların üzerine de bir bir restoranlar açıldı. Tekneler geldi ve turizm faaliyetleri hızlandırıldı.

Kentin derin sessizliği, Şair Nihat Özdal’ın girişimleriyle “Sakin Şehir” olarak tescillendi. Dünyada nadir birkaç örneği daha bulunan Halfeti artık sadece ülkenin değil dünyanın da ilgisini çekmişti.

Buraya kadar trajik bir olayın yarattıkları ve sonucunda ilgi çeken bir yere dönüşmesiyle ilgili bilgiler verdik. Her şey gayet normal fakat bu işte bir yanlışlık var. Üstelik suların altında kalan mezarlara, yöre halkının hatıralarına, kiliselere ve camilere…

Halfeti’nin şimdilerde adı “Eski Halfeti” olmuş, buradan taşınıp gidenlerin yerleştikleri yer ise “Yeni Halfeti” olarak adlandırılıyor. Eski Halfeti ise sakin şehir unvanını taşımasına rağmen buraya gelen işletmeciler bu sakinliği ihlal ediyor, hatıralara da büyük bir saygısızlık ediyor. Neden mi?

Ziyaretçileri nehrin üzerinde gezdiren teknelerden sabah akşam çalan yerli yabancı müziklerin haddi hesabı yok. Belki üzerindeki kenti anmak adına çalınabilecek bir klasik müzik dinletmek ya da sessiz kent olmanın hakkını vermek için hiçbir müzik çalmamak gerekir. Ancak teknede çalan düğün müzikleri, halay çeken insanlar… Bunun adını gelin koyalım: kepazelik. Bu kepazeliğe, aymazlığa kim izin veriyor ve bu olan bitene kim gözünü yumuyor?

Gerek insan gerek ağaç gerek ev mezarlığına dönüşmüş bir kentin üzerinde halay çekmek de neyin nesi? İnsanlar bunu istiyor, bizde açmak zorunda kalıyoruz gibi yaklaşımlarla bu iş izah edilebilir mi?

Böylesine acıklı bir olayın ardından elbette oturup yas tutalım demiyorum ancak kentin sular altına kalmış olmasına önce saygı sonra da sakin şehir özelliğine uygun bir kültür turizmi ortamı yaratılmasını savunuyorum.

Restoran ve tekne işletmecileri kafalarına göre gelip burada iş kurup para kazanabiliyor. Peki, böylesine kültür kokan bir kentte bu doğal mı? Halfeti’nin geçmişini bilmeyen, gelen turistlere sonradan duyduğu birkaç bilgiyi duygusuz bir şekilde sıralayan işletmecilerle olacak iş midir bu? Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür Bakanlığı bu konuda gerekli önlemleri alamaz mı?

Sular altında kalırken sahip çıkılamayan bu kente hiç olmazsa sular altındayken gereken değeri vermek zorundayız. Tüm geçmişi, evleri, bahçeleri, okulları, ibadet merkezleri sular altında kalan insanlara karşı bunu yapmak boynumuzun borcu…

Bu İçeriğe Ne Tepki Verirsiniz?