Kültür

Orhun Yazıtları'ndaki Öz'e Dönüş Çağrısı

Yıllar önceydi. Bir yağmur katresiydi gökten yer yüzüne yağan. Alnında yağmurun ıslaklığını hisseden Kağan’ın Göktanrı’ya sunduğu şükür duasında sakladığı yaşamın tüm gizemi, taşların sesine karışacaktı perde perde…

Ve ses kesildi, yazı hükmetmeye başladı doğaya. Çocukların âşık oyunlarını oynarken çıkardığı çığlıklar bile susmuştu. Göğü delen şahinlerin ve kartalların kanat çırpma sesleri durulmuş, yağmur damlaları yerdeki göletlere inerken bile imtina etmeye başlamışlardı karıncaların su içtiği yerlerde.

Bilge Kağan, yardımcılarına haber salarak çıktı kutlu otağından. En son sağ dizini vurarak duasını ettiği toprağın üzerinden bu kez bir çırpıda geçerek ilerledi. Hızlıydı, acelesi var gibiydi. Çünkü birazdan taşa vurulacak cümleler, yüzyıllardır belleğinde sakladığı hazineden gelecek nesillere miras kalacak cümlelerdi. O cümleler, öze dönüşün birer habercisiydi. Çünkü yüreğinde doğa ile barışık ne varsa sözcüklerine aksediyordu hepsi birer birer.

Gök; mavisini kuşanmış, en alacalı renkler perde perde sökün etmişlerdi evrene. Bilge Kağan, yazıcısı Yoluğ Tigin’e uzattı elindeki taştan kalemi. “Haydi! Başlıyoruz.” derken yüreğinde filizlenen aslında tabiatın sesiydi, çünkü ses sözden çok daha evvel sarmıştı kâinatı “Ol!” diyenin nefesiyle ve şimdi tüm nefesler bir halkın bengü taşlarında bir araya gelmekteydi.

 

 

Önce “T” harfini çıkardı ağzının boğumlandığı yerden ve sonra “Ü” sırasıyla “R” ve nihayetinde “K” ile mühürlendi taşın kalbi. Üstteki mavi gök çökmediği ve alttaki yağız yer delinmediği sürece bu özgürlük, bu doğa aşkı bitmeyecekti ve bir an için dinmeyecekti.

İşte okur, Orhun Yazıtları böylesi bir lahzada başladı yazılmaya. Sadece büyük kağan Bilge’nin değil Tonyukuk’un ve Kültigin’in de düşleri vuruldu taşlara. Üç büyük yazıtın aydınlattığı kâinat, artık tabiata sevdalı bu üç adamın cümleleriyle nakışlandı ve sırlandı.

Mavi göğün çağrısına uyan büyük insan Bilge Kağan, yıllar sonra özünden uzak düşmesi muhtemel halkına o günden uyarılarda bulunuyordu adeta: “Pişman ol! Kendine Dön!”

“Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız?” sözünü taşa yazdığında şunları düşünüyordu belki de yanılmamak adına oku, düşün ve analiz et. Çünkü özünden uzağa düşen her bir nesne zamanda ve mekânda savrulacak, boşluğa salınacak nihâyetinde sonsuzluğun girdabında debelenip duracak. O hâlde yıllar öncesinden bizlere seslenen bu cümlelerdeki anlam nedir? Bizlere neler anlatmak istemektedir? Esen rüzgârın fısıltısını duymamak neden? Gözlere, ruhlara ve kulaklara dokunan bu hikmetin mânâsı ne olabilir?

Şimdi o derin sessizlik her zerremizde. Bizler yaşadığımız bu çağın modern mağara insanları, AVM’ler ile ATM’ler arasında geçip giden bu yaşam silsilesinin içinde hangi konumdayız? Kendimizi nerede ve nasıl şekillendiriyoruz?

Bilge Kağan’ın delinmese dediği yağız yer aslında törelerin, geleneklerin ve kutsal ritüellerin saklı bulunduğu bir hazine olamaz mı? Âşık Veysel’in dost bilerek sarıldığı kara toprağın altındakilerle konuşan Akif’in dizeleri değil midir bize canlının ne olduğunu anlatan? Cansız sandıklarımızın aslında ne kadar da kanlı canlı olduğunu ve onların yaptıklarımızı, söylediklerimizi görüp işittiğini vurgulayan şairin sözleri ne kadar da benzemiyor mu yıllar öncesinden bize seslenenlerin sesine?

Burada okuyucunun yani senin düşünmen gereken çok şey var aslında! Doğala doğru meyleden insandan mı olacaksın yoksa özünden gayrı her şeyi kutsal sayıp da yokluğun önünde secde etmeye devam mı edeceksin? Şarkıcının sözüyle kula kulluk etmeye devam mı edeceksin yoksa varlığının ebedî mânâsını sana üfleyenin hakikâtine mi erişmeye çalışacaksın?

Kim bilir, belki de sözcüklerin mayalandığı tek yerin ağzın ve dilin olmadığını fark ettiğin gün kalplerin de konuştuğunu işiteceksin. Hem de bildiğimiz sözcüklerle, cümlelerle değil… Belki de yıllar öncesinden bugüne ulaşmaya gayret eden bir kağanın taşa vurduğudur senin zihin dünyana hitap eden. Belki de son cümlesinde otağın önündeki Vezir Tonyukuk’un güne ve geceye not düştüğü hakikattir senin gönül dimağına kurulan. İşte bu anlamı kavrayınca ve cansız sandığın kişilerin seninle konuşmaya başladığını görünce açılacak gerçeklik kapıları önünde. O kapılar kırk kilitle, kırk kez mühürlenip kapanmış olsa da dilaçar olacak yüreğin karanlıklar deryasında ve sana senin benliğinle konuşanların, Orhun Abideleri’nden günümüze düşen satırların sesiyle sesleneceksin herkese.

Sonra şu cümleler konuşacak seninle: “Gelecek hadsiz, hesapsız nesillerin dimağlarında, onların müşterek muvaffakiyetlerinin şaşaası her gün yeniden canlansın diye, uzakta ve yakında bulunan herkesin bunu öğrenmesi için, bilhassa muhteşem bir kitabe yaptık.”

Muhteşem kitabedeki cümleler, birer kılavuz niteliğinde ve okuyucu sen bundan sonraki her cümled Bilge Kağan’dan bir nasihat işitecek, bu öğütleri yüreğinden süzüp belleğine düşüreceksin. Çünkü sana vaadedilenler, kalbinin en derin yerinde saklı kalanlardır. İşte ona ulaşmak için de ÖZ’üne yapılan bu mutlak çağrıyı duymalı ve tüm zerrende hissetmelisin.

 

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi