İstanbul, Ankara, İzmit’te yaşıyorsanız ve tatil için ayıracak çok zamanınız yoksa, hafta sonu için bile olsa mutlaka Akçakoca’ya gitmelisiniz, ancak bu güzellikleri doyasıya yaşamak için tek hafta sonu yetmez. Nasılsa size sadece 3 saat uzaklıkta. Ya bu kentlerde yaşamıyorsanız? Hadi bir güzellik yapın kendinize çantanızı hazırlayın ve ruhunuzu yeşilin bin tonuna, bedeninizi Karadeniz in mavi sularına bırakmak için hemen yola çıkın.
Sevgili dostum Saniye’nin yıllardır anlatımları ve davetlerine daha fazla kayıtsız kalamadım ve geçtiğimiz hafta, hem dost ziyareti olsun hem de şükür heybeme katacak (Bunu başka bir yazımda anlatacağım) yeni şeyler bulmak için vurdum kendimi Akçakoca yollarına. Muhteşem bir hafta geçirip bunları sizler ile paylaşmamak olmaz. Hani demiş ya büyüklerimiz; “Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat”. Hazırsanız başlayalım Akçakoca yı tanımaya.
[caption id="attachment_3800" align="alignnone" width="700"] Düzce İline bağlı olan Akçakoca nın bilinen tarihi M.Ö 1200 lü yıllara kadar uzanıyor. O günlerden günümüze kalan henüz çıkarılmış bir eser bulunma makta. Türklerin egemenliğine Osman bey ve Ertuğrul Beyin silah arkadaşı olan Akçakoca alp tarafından katılmış. 1234 tarihinde doğan Akçakoca Bey, yaşadığı dönemde Akçakoca-Sapanca-Kandıra bölgelerini alarak Osmanlı Beyliği’ne katmış ve tarihe “Kandıra Fatihi” olarak geçmiştir. İzmit üzerine sefere çıkacağı sırada Kandıra’da vefat etmiştir. 1328 yılında 94 yaşında vefat eden Akçakoca Bey’in Türk törelerine uygun olarak otağının bulunduğu yere gömüldüğü bilinmekte. Nasıl öldüğü ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta.[/caption]
İlçe merkezindeki neredeyse her noktadan denize girip, asırlık çınar ağaç larının koyu gölgesinde dilediğinizce ferahlayıp, demli çayınızı yudumlaya bilirsiniz. Yalnız bir çok yerde olduğu gibi burada da fiyatlara dikkat etmeniz gerekiyor. Pandemi nedeniyle azalan truzimde ki hareketlilik ve sezonun kısa olması Akçakoca da da fiyatlara fena yansımış.
FINDIKLAR UTANMADI
Halkın çoğunluğunun geçim kaynağı olan fındık, ben gittiğimde henüz utanmamıştı. Eminim sizde benim kadar şaşırmış ve meraketmişsinizdir “fındık nasıl utanır” diye. Fındığın kızarması, olgunlaşması yöre halkı tarafından “fındığın utanması” olarak tanımlanıyor. Utanan insanın yüzünün kızarmasından yola çıkarak dile yerleşmiş. Buradan halkın fındık ve doğa ile ne kadar bütünleştiğini anlayabiliyoruz. Neredeyse tüm üreticiler gibi fındık üreticisi de uygulanan fiyat politikalarından şikayetçi. Gübre, ilaç, işçi maliyetlerinin fazla olması karşısında üretici açıklanan taban fiyatlarından hoşnut değil.
Fındık üreticisinin karşı karşıya olduğu bir diğer sorun ise yörenin coğrafi koşullarının da etkili olduğu erozyon. Gittiğimiz fındık tarlasının bir bölümü bu kış yağan şiddetli yağmurlar sonrasında tamamen dereye akmış durumdaydı. Plansızca yapılan ağaçlandırma çalışmaları, dere yataklarının doldurulması, doğa için son derece tehlikeli olan Hidroelektrik santralleri (HES) doğal dengeyi bozmakta. Hepimiz biliyoruz ki değişmez kurallardan biri de doğanın kendinden alınanları er yada geç geri almasıdır. Bu nedenle doğa ile uyumlu yaşamaya geri dönmemiz gerekiyor.