Halk, ortak ülkü ve geleneklere sahip olan, belirli bir yerde yaşayan insan topluluğuna verilen addır. Halkın oluşmasındaki en önemli süreç, ortak değerler etrafında bir araya gelebilmesidir. Ortak gelenek, görenek, örf, adet ve törelere bağlı olan insanlar halkı meydana getiririler. Ortak değerler ise insanları aidiyet duygusuna ve ben olmaktan öte biz olmaya yöneltir. Kişisel ideallerin ve çıkarların yerini milli mefkûre ve toplumsal menfaat alır, ortak değerler sayesinde.
Geleneklerin oluşumu, birçok örnekte görüleceği gibi oldukça eski dönemlere kadar gitmektedir. Buzdağını ayakta tutan görünen yüzü değil; okyanusun altında kalan ve görünmeyen tarafıdır. Ağaçları ölümsüz kılan da onları toprağa kopmaz bağlar ile bağlayan kökleridir. Halkların yaşamasını ve ayakta durmasını da o halkın oluşmasını sağlayan gelenekler, görenekler ve halk inançlarıdır. Halk inançları, binlerce yıllık deneyimin sonucunda oluşmuş pratiklerdir. Bu pratikler sayesinde halk, kültürünü genç kuşaklara aktarabilirmiştir. Peki, günümüzde durum ne şekilde ilerlemektedir? Ülkemizde halk inançlarına bakış açımız milletçe nasıl ve ne durumdadır?
Öncelikle şunu belirtmek zorundayız ki, Türk halkı inançlarına, gelenek ve göreneklerine eskisi kadar bağlı değil. Kültürlerin melezleştiği, küreselleşme adı verilen olgunun kendini iyiden iyice gösterdiği ve üst kültürlerin alt kültürleri sömürdüğü 21. yüzyılda kendi kültürünü koruyabilmek oldukça zor. Üstelik bir de batıda değil de doğu coğrafyasında yaşayan bir milletseniz iş daha da zorlaşıyor.
Geleneğin ve gelenekler çevresinde oluşturulmuş olan ritüellerin modern dünyada yeri olmadığına dair öne sürülen savlar, Batı’nın Doğu üzerinde uyguladığı baskılardan başka bir şey değildir. Bugün de Avrupa’nın birçok ülkesinde geleneklerin, özellikle de festivallerin ne derece önemli bir yer tuttuğu görülebilir. Örneğin; İngiltere’deki kraliyet seremonileri, Fransa’daki diplomasi geleneği, Hollanda’daki Queen’s Day etkinlikleri, İspanya’daki Domates Festivali, Yunanistan’daki Fallus Festivali bunların başında sayılabilir. Batı, örnekleri verilen etkinlikler sayesinde halkın değerlerini bir kez daha kutsamakta ve geleneğin aktarımını sağlamaktadır. Sadece uygulamada değil ayrıca sinema filmlerinde de sıkça kültürünü dayatan Batı’nın Cadılar Bayramı ülkemizde neredeyse her genç tarafından çok iyi bir şekilde bilinmektedir. Peki, bize has olan Çiğdem Günü, Saya Gezmesi, Koç Katımı gibi özel günler neden hiç duyulmamıştır? Batı, kendi kültürünü yaşatabilmek adına binlerce yıl önceki bir ritüelini günümüze taşıyabilirken, özellikle Türk toplumu kültürel ögelerini yaşatmak konusunda çok büyük bir tereddüt ve eziklik içerisine düşmektedir.
Kendisini gerçekleyen kehanetin oluşum süreci gibi Türk halkı da kendisini aşağı görerek, dedelerinin ettikleri yağmur duasına, kutladıkları Hıdırellez Bayramı’na hor bakan gözlerle bakmaktadır. Tüm bunların altında medya araçlarının yönlendirmesi büyük bir rol üstlenmektedir. Bununla beraber özellikle halk bilimcilerin köylerde derleme yaparken, köylünün kendilerini küçük görmesin diye şehirden gelen araştırmacılara adetlerini ilk önce anlatmadıkları gözlenmiştir. Sonradan kimi bilgiler verseler de geleneğin bellek taşıyıcıları olan yaşlılarımız birçok pratiği bilerek anlatmamakta ve geleneğin ölmesine neden olmaktadırlar.