Çoğumuzun ilkokuldayken ilk öğrendiği deyimdir "etekleri zil çalmak", bu deyimi ne zaman duysak gözümüzün önüne, uçlarında çıngırakları olan etek gelirdi, dolayısıyla sadece cinsel kimlik çağrışımı yaptığı için sadece kızlara kullanılırdı. Okul zamanlarımı hatırlıyorum da tavşan gibi seke seke tenefüse çıktığımızda birbirimize "eteklerin zil çalıyor" derdik, hemen hayal dünyamızda önlüklerin uçlarına sıra sıra dizilmiş çıngıraklar hayal edip eteklerimizi oynatırdık ?. Çocuk hayal dünyası çok bambaşka, lakin bu hikayemizde genelde cinsiyet kimliği anlamı taşısa da aslı çok bambaşka, eminim bu hikayeyi çocuklarınıza okuduğunda ya da siz okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bu deyimin hikayesini sevmemin çok sebebi var, yine elbette tarih kokması, bir insanın en küçük canlıyı korumak için kendince bulduğu yöntemi, iyimserlik, merhamet, vicdan ve alınması gereken derslerin yanı sıra okurken de gözünüzün önüne gelip tebessüm edeceğinizi biliyorum.
Hadi o zaman şimdi zaman makinemize atlayıp taa Osmanlı dönemine gidelim, Osmanlı döneminde biliyorsunuz ki alimler, şeyhler bulunmaktaydı. Hatta padişahlar bile belli tarikatlara mensuptular, tabii o dönem tarikatların belli kuralları vardır, hani günümüzün okulu gibi düşünebilirsiniz. İnsanlar bu tarikatların kurallarına eğitiliyor ve dersler veriliyormuş. Günümüzde "şeyh" kelimesi oldukça değişime uğrayıp, maalesef kelime manasının çok dışına çıkmıştır. Osmanlı döneminde şeyhler bu bahsettiğim tarikatlarda eğitim veren kişilere denmektedir. Şeyhlerin insanlara doğru yolu öğretmesi ve göstermesi esastır. İslam’ı bilen, ilim sahibi, takva sahibi salih müminlerdir şeyhler. Kendilerine başvuran insanları aydınlatmakla yetinen mutasavvıftır. Elbette Osmanlı döneminde şeyhler bu eğitimlerden kesinlikle ücret talep etmemektedirler. Bunu para için, makam mevkii için veya başka bir çıkar için yapan kişilerden şeyh olamazmış.
İşte hikayemizde geçen de o dönemlerde Anadolu'nun bir kasabasında, herkesin çok sevdiği, hürmet ettiği "Çıngıraklı Baba" dedikleri alim, güler yüzlü, tatlı dilli, insanlarında oldukça sevdiği bir şeyhmiş çıngıraklı baba, neden ona çıngıraklı baba dendiğine de birazdan geleceğim. Ak sakalları, ak saçları olan, oldukça da yaşlı olan "Çıngıraklı baba" ismini, pabuçlarının burunlarına ve cübbesinin eteklerine diktiği onlarca ufak zillerden almış bu ismi.
Ta uzaklardan geldiği bu şekilde belli olurmuş, çocuklarında çok sevdiği bu çıngıraklı baba, ne zaman zil sesleri duyulsa çocuklar koşa koşa yanına gider, onlara sahip olduğu bilgileri vererek çocuklara doğru yolu öğretmeye, göstermeye teşvik edermiş. Çocuklar ve halk verdiği bilgilerin yanı sıra neden pabuçlarında ve cübbesinin ucunda çıngıraklar olduğunu merak etmişler hep. Tabii bu kadar merak konusu olunca da soranlara cevap verirmiş o güler yüzü ve naif ses tonuyla... "Merak ettiğinizi biliyorum, gelin yamacıma şimdi size neden pabuçlarımda ve cübbemde çıngıraklar olduğunu" diye, başlamış anlatmaya... "Bu koyun çıngıraklarını taktım ki, biz insanlar bazen bastığımız yerleri görmeyiz fark etmeyiz, işte o görmediğimiz gözden kaçırdığımız yerdeki karıncaları ve diğer ufacık mahlûkları çiğneyebilir ve onlara eziyet edebilir. Onları ürkütüp kaçırmak ve üzerlerine basmamak için bu zilleri diktim" demiş. İşte o zaman insanlara bu şekilde onların bu şekilde yerdeki en ufacık canlıya bile saygı duyulması gerektiğini, bir karıncanın bile insan canına eş değer yaşam hakkı olduğunu onlara aşılarmış...
Neyse efendim bir gün; hükümet kuvvetleri, çok tehlikeli bir hırsız çetesinin kasabanın sokaklarından arayıp, saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış. Halkı ve hükümet kuvvetlerini bu kadar canından bezdiren hırsız azılı çeteyi yakaladı diye hükümet kuvvetleri ve vaka yerine gelen halk sevincinden, adamı tuttuğu gibi havaya kaldırmış. Onlar çıngıraklı şeyhi havaya attıkça pabuçlarına ve cübbesine diktiği çıngıraklar daha çok ses çıkarmış. Çıkan bu ses halkın çok hoşuna gitmiş ve sevinçlerine sevinç katmış. O günden sonra mutlu olan ve sevinen insanlara “Etekleri zil çalıyor.” denir olmuş.
Gelelim başka bir rivayete: Başka bir rivayete göre de bir gün hükümet kuvvetleri uzun bir takip ve çabalar sonunda en azılı bir eşkıya çetesini yakalamış. Fakat bu olayın ardından herkesi çok şaşırtan bir gerçek de ortaya çıkmış. Meğer herkesin mübarek bilip hürmet ettiği bu Çıngıraklı Şeyh o azılı çetenin reisiymiş. Bunu duyan herkes hayretten duyduğuna inanamamış. İşte bu olaydan sonra halkın dilinde bu söz yer etmiş. Herhangi bir adamın doğruluğundan ve namusundan şüphe edildiği zaman Çıngıraklı Baba’yı hatırlayıp şöyle demişler: “O kadar dürüst ve doğru bir insandır ki, etekleri zil çalıyor.” denmiş...
Günümüzde iki hikayesi olan bu hikayenin gelin o zaman hangisinin doğru olduğuna siz karar verin. İnsanlara doğruyu, dürüstlüğü, ufak bir karıncanın bile canının ne kadar önemli olduğunu aşılayan hürmetli bir adam mı? Yoksa yine insanlara doğruyu, dürüstlüğü, ufak bir karıncanın bile canının ne kadar önemli olduğunu aşılayan yüzüne iyilik maskesi takmış aslında sahtekar olan bir adam mı? Bana bu konuda fikirlerinizi, duygularınızı belirtirseniz çok sevinirim?.