23 Nisan, ulusun egemenliği yolunda atılan altın bir adım. Kurtuluş Savaşı’nın adeta özü ve amacını belirten bir manifesto. Bugünün Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmiş olması ise ayrıca çok önemli. Çünkü milli hakimiyetin yarınki koruyucuları bugünün çocukları ve çocuk küçükken böylesi bir bilinçle yetişirse büyüdüğünde ülkesini ve haklarını korumak için daha donanımlı hale gelir.
Meclis çatısı altında toplanan vekillerin ortak bir amacı vardı. Halkın dört bir yandan meclise taşıdığı vekiller, bu kutsal amaç için ortak bir ses içinde olmak zorundalardı ve öyle de oldular. Ülkesini işgale terk etmeyen milletin, tüm dünyaya vermek istediği ders şuydu: ulusal egemenlik.
Yıllar boyunca esaret altında kalmış bir milletin mutlaka özgürlüğünü eline alması elzemdi. Bu doğrultuda yılmadan çalışmak ve uğraşmak gerekiyordu. Bunu da yapabilmesi için öncelikle sesini duyurabilecek bir meclise ihtiyaç vardı. İşte bu gereksinim yüce TBMM’yi doğurdu.
Hakimiyetin millete ait olması gerektiğini vurgulayan vekiller, işgalcilere karşı tek bir ses oldular. Dört bir yanda işgale uğramış vatan topraklarından genç bir filiz doğuyordu. Buna hiç kimse engel olamazdı. Ankara’nın Ulus semti o zamanlar bir köyden ibaretti. Çarıklı köylülerin at arabalarıyla taşıdıkları insanlar, 23 Nisan sabahında büyük bir olay şahitlik edeceklerdi.
Atatürk ve vekiller 23 Nisan 1920 Cuma günü öğle saatlerinde Hacı Bayram Veli Cami’sine yürüyerek ilerlediler ve cuma namazını beraber kıldılar. Halkın gözyaşları içinde yeniden yürüyüşe geçen hakimiyet korteji dua ve tekbirler içinde meclise ulaştıklarında Atatürk’ün gür sesi duyuldu. Türk ulusu esareti kabul edemez ve mutlak hakimiyet millete aittir.
Meclise girdiklerinde yer gök inliyordu. Halkın sesi de sözü de tecelli etmiş. Hakk’ın vadettiği o gün gelmişti. İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in dizelerinde belirttiği gibi istiklal
yine milletin olacaktı ve bunun en önemli adımı da o Cuma günü atılıyordu. Hafif hafif esen rüzgar meclis binasına ulaşan gazeteci küçük bir çocuğun yanağına dokunup hınzırca çekip giderken o anı görenler, çocuğun yüzündeki tebessüme hayretle baktılar.
Bu küçük çocuk, sarı saçlarını arkaya doğru itti elleriyle. İnançlıydı, kararlıydı. Sanki yüzyıllardır o günün gelmesini bekleyen bir edayla izliyordu tüm bu olup biteni. Camilerden yükselen ezan seslerine karışan dualar, çocuğun kalbine ve ruhuna zühur ediyordu. Çocukken annesinin isteğiyle aldığı eğitim sonucunda ezberlediği dualar ilk defa bu kadar anlamlı bir hale geliyordu.
Çocuk, kalabalığı yara yara ilerledi. O zamana ve o mekana ait gibi görünmüyordu. Masmavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Meclisin avlusundan geçip merdivenleri çıktı. Meclis salonunda okullardan getirilen sıralar ve derme çatma bir odun sobası vardı. Tüm vekillerin içinden ilerleyip kürsüye çıkan sarışın kurda dikkat kesildi.
Efendiler, Türk ulusu maziden atiye bağımsızlığı şiar edinmiş bir millettir. Bu nedenle tüm dünyaya daha güçlü bir şekilde haykırıyoruz: “Ya istiklal ya ölüm!”
O an odanın duvarlarında yankılanan bu gür ses, tüm milletin yüreğinde dolanıp yeniden meclisin içine geldiğinde tüm vekiller ayağa kalkarak haykırdılar: “Yaşasın meclis, yaşasın Türk milleti!”
Meclis oturumuna ara verirken çocuk, Atatürk’ün gözlerine dikkatlice baktı. Atatürk, çocuğu kürsüden inerken fark etti. Gözünden bir damla yaş süzüldü Atatürk’ün. O gördüğü çocuk, kendi çocukluğuydu. Yıllar önce Selanik’te evlerinin avlusunda dere boyunca gemi yüzdüren bu küçük çocuğun hayali, o an bu büyük lidere bir şeyi daha anımsattı. O derenin durgun suyu az sonra Karadeniz’in hırçın dalgalarına karışacak ve minik gemi büyüyüp Bandırma’ya dönüşecekti. Çünkü çocukken kurduğu hayalin ışığı hiç sönmemiş ve o an meclis salonunun odasını aydınlatıyordu.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nızı kutlar, geleceğin büyüğü ve umut ışığı tüm çocuklarımızın hayallerini yaşayacakları güzel günler dileriz.