Yaşam

Mutluluk Masalınız Olsun

Masal dinlerken sonunun mutlu biteceğini bile bile heyecanla dinlerdik "ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” cümlesini öylesine büyük bir tebessümle dinlenirdik ki bu masallar, en kötü anımızda bile sonunda düzeleceğini bilerek eksik etmezdik o tebessümü yüzümüzden, yatağımızın üzerine uzanır yüzükoyun, ayaklarımızı çapraz yapıp oynatırdık aşağı yukarı, bir de elimiz çenemizde kalırdı hep, gözlerimiz ışıl ışıl olurdu, kulaklarımızı yüreğimize kadar açıp dinlerdik, mutlu sonun getireceği heyecanıyla. Emindik biz de büyüdüğümüzde bizim de hikayemiz mutlu sonla bitecekti, hep öyle anlatılmamış mıydı bize? Büyüyene kadar masallardaki gibi gördük hayatı, yüzümüzden tebessümümüz hiç  eksilmedi gözlerimizden, masallardaki gibi doğaldı her şey,  düşüp kafamızı yarsak da, dizlerimizi de kanatsak da bilirdik ki; annemiz gelip öpecek ve tüm acılarımızı unutturacaktı bize, hep de böyle olmamış mıydı? En kötü anımızda bile bir el uzanırdı. Beraber yaşadık bazen masalları külkedisi olduk...

O bal kabağının bir gün 12’ye vuracağı hiç gelmedi aklımıza... sonu mutlu bitiyordu ya, veya kurbağa prens olduk gerçekten öpünce yakışıklı olunmayacağını hiç düşünmedik… Ama sonu mutlu bitiyordu. Hayat bize "ve sonsuza dek mutlu yaşadılar" dedi, ne zaman ki hayatın içine kayan bir yıldız hızıyla düşene kadar, daha sonra sendeledik, yeni” taay taay” yapan çocuk misali gerçi o sendelemelerde hep sıcak bir kucak vardı bizi karşılayan, ya şimdi… Sendelediğimizde çoğu zaman tutacak bir el bulamayız kendimize, ama hikâyelerin “iyi” olabilmesi mutlu sonla bitmesine bağlı değildir. Mesele, içinde muazzam hikâyeler, olaylar, öğretiler de barındırmalıdır.

Hepimiz çoğu zaman aynı hataya düşüyoruz, mutluluğu; istediğini alma, evlendiğiniz kişi, mükemmel ev ve hayalimizdeki meslek olarak görürüz, ama asıl mutluluk anı yakalamaktır, sonsuza dek birlikte yaşayacağınız bir eş hayal edeceğinize mesela şu an ki durumunuzla mutlu olun. Evet, belki hikâyelerimiz mutlu sonla bitmeyecek ya da bitecek, ama şunu unutmamak gerekiyor ki; her zaman mütevazı ve gerçekçi olmamız gerekiyor, bu sakın size hayaller kurmayı bırakın demek değil, kendimiz olursak doğamızdan vazgeçmezsek belki de çok zor olmaz sonu mutlu bitişler. Çok hayal kırıklıklarımız olmuştur, karşımıza çıkan her yeni insanda sonu mutlu olacağı hayallerine kapılıp, hüsrana da uğradık, ama hayallerden asla vazgeçmedik, çünkü hayal kuruyor olmaktı insan olmak. Karşımıza o beklediğimiz prenses/ prens çıktıktan sonra hayaller kurarız, belki de elinizi uzattığınızda ona dokunamayacak kadar uzaktadır, kurarsın en güzel hayallerini, aynı anda aynı şarkıyı dinlemek, dinlediğin her müzikte onu aramak, dinlediğin her müziğin sözünde kendini onunla bağdaştırmak, beraber tatile çıkmak, bütün ülkeleri/şehirleri onunla keşfetmek istersin, kurarsın en güzel düşlerini onunla, aklında tek bir cümle “ve sonsuza dek mutlu yaşadılar”… olacaktır, belki de olmayacaktır, yarının hiç planlarını kurmadan, sorgulamadan ve hissederek sadece o anın keyfini çıkarırsak, kendimiz gibi olursak, bütün yapaylıklardan kendimizi izole edersek belki de biz de kendi hikayelerimizi yaratabiliriz.

Bir kere gerçekten mutluluğun en saf en doğal halini istiyorsak; çok yakışıklı çok güzel, çok zengin filan olmaya gerek yok, biz tabii bize anlatılan masallarda, ”güzel prenses ancak yakışıklı prensle evlenir; çirkin ama iyi kalpli kahramanlar ise kimseyle evlenmez, aşık da olmaz, hallerinden memnun olurlar”, düşüncesi maalesef aşılandı bize, mutluluğun hep güzellikte olduğunu düşündük, bu yüzden en sevdiğim animasyon film Shrek’tir, izleyenler bilir, kendi doğasından sıyrılıp prensesi için kendi hayatından, dış görünümünden, değerlerinden her ne kadar vazgeçmeyi göze aldıysa da bir sahnesinde, prensesi aslında shrek’i  o yeşil dev ve en doğal haliyle sevdiği için o yakışıklı görüntüsü ile öpmeyip o doğal halinde mutlu olmayı seçiyor fiona. Eğer kendinize bir örnek bir masal arıyorsanız eşeklerin ejderhalarla, prenseslerin devlerle mutlu olabileceğini, yakışıklı prenslerin bile kötü bir kadere mahkum olabileceğini anlatan bir masalı örnek alın. Mutlu olmak için illa hayatımızda biri olacağına inanmıyorsak, kimsenin bizi kurtarması ya da kurtarılması filan gerektiğine inanmıyorsak, en önemlisi zenginliği kendi içimizde bulduysak önce kendimizle olan ilişkimizde sonra da karşımıza çıkan bizi varlığı ile huzura boğan prenses/prensimizle mutlu oluruz.

Bir de ne olur artık şu yalandan mutlu olma yaftalamalarını bir üstümüzden atalım, her mutlu olacağız diye bir şey yok, nihayetinde insanız biz; korku, üzüntü, öfke, mutluluk bunlar bize has duygulardır, illa birini yaşayacağız diye bir şey yok. Sevdiğimizle birlikte korkmamız, birlikte üzülebilmemiz, birbirimize öfkelenmemiz de gerekiyor, yani bir duyguyu anlamak istiyorsak diğer duyguyu  da yaşamamız gerekiyor. “Sonsuza dek mutlu oldular” diyebilmemiz için, tüm yapaylıklardan arınmış en doğalından birlikte olmak, fedakârlık yapmak ve ve problemlerimizi beraber çözmemiz gerekmektedir. Şimdi gökten üç elma düştü, gökten düşen bir elma bu yazımı okuyanların başına düşsün, düşsün de aydınlanma yaşayın, benim de hayalim başıma düşen de üçüncü elmadan bir ısırık almak ve ırmaklarımdan bal akarken, beni Frejyası kabul eden Odr’imi beklemek… Şimdi ben Odr’imle birlikte yağmur altında  hayallere doğru yola çıkarken, size de dileğim; umarım bir gün sizin de başınıza gökten üçüncü elma düşer ve her şeyin mükemmel olduğu cennetten düştüğünüzü hissedip, ama düştüğünüz yerde doya doya yaşayacağınız yeni bir hayata başlamanız.

Sevginin ve mutluluğun en doğal haliyle kalın :) .

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi