Kültür

Tarih Boyunca Ayasofya: Bir Kubbe ve Üç Din

Kutsal Bilgeliğe adanan Büyük Ayasofya Camiisi, tek çatı altında birleşmiş insan mühendisliği, mimari, tarih, sanat ve siyasetin derin bir örneğidir. 6. yüzyılda Konstantinopolis'te, günümüzde İstanbul'da, İmparator I. Justinianus döneminde inşa edilmiştir. Ayasofya, Bizans İmparatorluğu'nun en önemli dini yapısıydı. Anıtsal boyutlardaki kubbesi, altın mozaikleri ve mermer döşemesi, Bizans sanatının ve mimarisinin büyüklüğünün sadece küçük bir parçasıdır. Tarih boyunca Ortodoks Hıristiyanlığın en büyük kilisesi, bir Roma Katolik katedrali, camisi ve müzesiydi. Ülkemizde yeniden camiye çevrilmiş olmasına rağmen, bu bina Ortodoks Hıristiyanlar için en önemli yerlerden biri olmaya devam ediyor ve dünya çapında benzer kiliselerin inşasını etkiliyor. Dünyanın en büyük hat yazılarının bulunduğu İstanbul’da Sultanahmet’te bulunan Ayasofya’nın tarihini gelin en başından öğrenelim. 

Justinian'dan Önce Ayasofya

Ayasofya'nın tarihi Justinian'dan çok önce başladı. Büyük Konstantin, Roma İmparatorluğu'nun başkentini Bizans şehrine taşıdıktan ve adını Konstantinopolis olarak değiştirdikten sonra, mevcut şehri orijinal boyutunun üç katına çıkarmıştı. Büyük bir nüfus şehre taşındığından, yeni inananlar için daha fazla alana ihtiyaç duyuyordu. Bu, İmparatorluk sarayına yakın büyük bir katedral inşa etmeyi de içeriyordu ve 360 yılında II. Constantius tarafından tamamlandı. Bu kilisenin neye benzediği veya önemi hakkında bilgi azdır. Anıtsal boyutları ve taşıdığı önemi ima ederek Büyük Kilise olarak anılır. Muhtemelen Roma ve Kutsal Topraklardaki 4. yüzyıl kiliseleri için tipik olan U şeklinde bir bazilikaydı. Bu kilise, 404 yılında Patrik John Chrysostom'un şehirden sürgün edilmesinden sonra çıkan ayaklanmalarda yıkıldı. Hemen hemen, imparator II. Theodosius'un emriyle yeni kilisenin inşasına başlandı. Ayasofya adı 430 civarında kullanılmaya başlandı. Bu yeni kilise muhtemelen beş nefli, galerili ve batı tarafında bir atriyumlu bir bazilikaydı. Theodosian Ayasofya 532 yılında İmparator I. Justinianus'a karşı yapılan Nika İsyanı sırasında yakılarak kül olmuştur.

 Justinian, Süleyman'ı Aştı

İsyanı bastırdıktan sonra Justinian, Büyük Kilise'yi yeniden inşa etmeye karar verdi. Hazırlık aşamasında Ege'nin dört bir yanından mermerler getirilmiş, binlerce işçi toplanmış ve yapının lojistik ve denetimi Tralles'li Anthemios'a ve Milet'li İsidoros'a verilmiştir. Sadece beş yıl sonra yeni Ayasofya kutsandı. Gelenek, bu olaydan sonra Justinian'ın sözlerini aktardı: “Süleyman, seni aştım!” Kilisenin önceki versiyonlarından farklı olarak, Justinianus'un Ayasofya planı, bir bazilika ile merkezi planlı bir yapının karışımıdır. Kilisenin önemli bir bölümü imparatorluk ailesinin dini törenlerde kullandığı galerilerdi. Ayasofya'nın içi çeşitli renklerde mermerlerle kaplanmış ve pasajları desteklemek için eski binalardan alınan sütunlar yeniden kullanılmıştır. Üst kısım, kubbenin zirvesinde bir madalyon içinde büyük bir haç ile altınla süslenmiştir. 31 metre çapındaki bu kubbe, karmaşık bir tonoz ve yarım kubbe sisteminin doruk noktasıdır. Orijinal kubbe bir depremden sonra 558'de çöktü ve 563'te değiştirildi. Justinianus'un saray tarihçisi Procopius, onu “Cennetten sarkan altın bir kubbe” olarak tanımladı. Justinian'ın binası, teolojik tartışmaları, imparatorluk bağışlarını ve hatta anıtın bir toplum içindeki yaşamının karmaşıklığını gösteren yeniden evlilikleri yansıtmaya devam etti.

İkonoklazmdan Sonra Ayasofya

730 ve 843 yılları arasında Bizans İmparatorluğu'nu vuran iki ikonoklazm dalgası, Ayasofya'nın daha önceki dini imgelerinin çoğunu sildi. İkonlara saygının yeniden tesis edilmesi, yeni bir imge teolojisine dayanan yeni bir dekorasyon programı için bir fırsat verdi. Basil I ve Leo VI döneminde kiliseye yeni mozaikler yerleştirildi. Tanıtılan ilk görüntü 867 civarında apsisteki Bakire ve Çocuk'tu. Ardından kuzey ve güney timpanadaki Kilise babaları ve peygamberlerinin figürleri vardı. Ne yazık ki, günümüze sadece birkaç figür ve parça kalmıştır. Muhtemelen VI. Leo'nun ölümünden kısa bir süre sonra, kilisenin ana girişi olan İmparatorluk kapısının üzerine, Mesih'in tahtına oturmadan önce diz çökmüş imparatorun bir mozaiği yerleştirildi. Güneybatı girişlerinden birinde, Meryem Ana'nın Mesih Çocuğunu tuttuğu ve imparatorlar Konstantin ve Justinian tarafından kuşatıldığı mozaik; bu mozaik, Bizans'ın Meryem Ana'ya olan inancını kentin koruyucusu olarak vurgulamaktadır.

Makedon hanedanının son yıllarında güney galerisine yeni bir mozaik eklendi. Başlangıçta, İmparatoriçe Zoe ve ilk kocası Romanos III'ü tasvir etti. Romanos'un imajı 1042 ile 1055 arasında Zoe'nin üçüncü kocası imparator Konstantin IX Monomachos'un bir portresi ile değiştirildi. Her iki versiyon da kiliseye yapılan iki farklı imparatorluk bağışını anıyor. Bu döneme ait bir başka ilginç detay da galerilerde bulunan Nordik rün yazıtıdır. Runik yazıtın okunabilen tek kısmı “Halvdan” adıdır.

Komnenos Hanedanı ve Konstantinopolis'in Yağmalanması

11. yüzyılın sonunda, Komnenos hanedanı iktidara geldi ve düşüş ve çekişme dönemine son verdi. Justinian'ın Büyük Kilisesi devam eden bir çalışma olarak kaldı ve yeni yöneticiler onu süslemeye devam etti. İmparator II. İoannis Komnenos, eşi İrini ve oğlu Aleksios ile birlikte , güney galerideki portrelerinden de anlaşılacağı üzere, kilisenin restorasyonunu finanse etmiştir . Bu portreler, Ayasofya'nın imparator kültüyle olan ilişkisini göstermektedir. Kilisenin güney galerisi, ayin sırasında imparatorluk ailesi ve mahkeme içindi. Galerilere yalnızca en üst düzey imparatorluk yetkililerinin girmesine izin verildiğinden, bu portreler onlara Komnenos hanedanının meşruiyetini ve dindarlığını hatırlatmayı amaçlıyordu. 1204'te Haçlıların Konstantinopolis'i ele geçirmesinden sonra Ayasofya, 1261'de şehrin geri alınmasına kadar bu işlevini sürdüren bir Katolik katedraline dönüştürüldü. Bizans uygulamalarının ardından Konstantinopolis'ten I. Baldwin, Ayasofya'da ilk Latin İmparatoru olarak taç giydi… Konstantinopolis Yağmalaması'nın lideri Venedik Dükası Enrico Dandolo kilisenin içine gömüldü, ancak kilise camiye dönüştürüldüğünde mezarı daha sonra yıkıldı.

Paleolog Hanedanı ve Konstantinopolis'in Düşüşü

1261'de başkent geri alındı, VIII. Mihail Paleologus imparator olarak taç giydi, Ayasofya yeniden Ortodoks kilisesine dönüştürüldü ve yeni bir patrik tahta çıktı. Sözde Latin yönetimi sırasında birçok kilise bakıma muhtaç hale geldi, bu nedenle Bizanslılar büyük bir restorasyon kampanyası başlattı. Muhtemelen VIII. Michael'ın emriyle güney galeriye anıtsal yeni bir mozaik yerleştirildi. Deesis sahnesi, ortada Meryem Ana ve Vaftizci Yahya ile çevrili İsa'dan oluşur. Ayasofya, meşru imparatorların taç giydiği bir yer olarak önemini yeniden kazandı. Bu önem, İoannis Kantakouzenos'un çifte taç giymesiyle kanıtlanmıştır. 1346'da İoannis Kantakuzinos kendini imparator ilan etti ve Kudüs Patriği tarafından taç giydi. İoannis'in imparator olmasına rağmen meşru bir imparator olarak kabul edilebilmesi için Ayasofya'da taç giymesi gerekiyordu. Paleolog hanedanının meşru varisi V. İoannis ile iç savaşı kazandıktan sonra Kantakouzenos, 1347'de Ekümenik patrik tarafından Ayasofya'da taç giydi ve imparator VI. İoannis oldu. Büyük Kilise, İmparatorluğun kaderini izledi ve durumu, Konstantinopolis'in düşüşünden önceki yüzyılda düşüyordu. İmparatorluğun son günlerinde Osmanlı işgalcilerine karşı savaşamayanlar, dua ederek, korunma ve kurtuluş umuduyla Ayasofya'ya sığındılar.

Ulu Cami Ayasofya

II. Mehmet'in 1453'te şehri fethinden sonra, Ayasofya camiye çevrildi ve bu statü, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne kadar sürdü. Bu dönemde külliyenin çevresine minareler inşa edilmiş, Hıristiyan mozaikleri badana ile kaplanmış ve yapısal destek için dış payandalar eklenmiştir. Ayasofya, Osmanlı padişahının kişisel mülkü haline geldi ve Konstantinopolis camileri arasında özel bir konuma sahipti. Padişahın onayı olmadan hiçbir değişiklik yapılamazdı ve İslam bağnazları bile padişaha ait olduğu için mozaikleri yok edemezdi. 1710 yılı civarında Sultan III. Ahmet, padişahın konuğu olan İsveç Kralı XII. 19. yüzyılda Sultan I. Abdülmecid, 1847-1849 yılları arasında Ayasofya'nın kapsamlı bir restorasyonunu emretti. Bu muazzam görevin denetimi, iki İsviçreli-İtalyan mimar kardeş, Gaspard ve Giuseppe Fossati'ye verildi. Bu sırada hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından tasarlanan sekiz yeni devasa madalyon binaya asıldı. Allah'ın isimlerini, Hz. Muhammed'i, Rashidun'u ve Hz. Muhammed'in iki torunu olan Hasan ve Hüseyin'i taşıyorlardı.

 Başka Bir Değişiklik

1935'te Türk hükümeti binayı laikleştirdi, müzeye dönüştürdü ve orijinal mozaikleri restore edildi. Bu büyük anıtın araştırılması ve restorasyonu için büyük çaba sarf edilmiştir. Haziran 1931'de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Thomas Whittemore tarafından kurulan Amerika Bizans Enstitüsü'nün Ayasofya'daki orijinal mozaikleri ortaya çıkarıp restore etmesine izin verdi. Enstitünün çalışmaları 1960'larda Dumbarton Oaks tarafından sürdürüldü. Bizans mozaiklerinin restorasyonu, tarihi İslam sanatının ortadan kaldırılması anlamına geldiğinden, özel bir zorluk olduğunu kanıtladı. 1985 yılında yapı UNESCO tarafından Bizans ve Osmanlı kültürlerinin eşsiz bir mimari şaheseri olarak kabul edilmiştir. Ayasofya, hükümetimiz tarafından yeniden camiye çevirdiği 2020 yılına kadar müze statüsünde kaldı. Bu, dünya çapında bu değişikliğin evrensel önemin inşasına neler getirebileceği konusunda öfke ve endişelere neden oldu. Bugün Müslümanlar tarafından dua ve diğer dini uygulamalar için kullanılmaktadır. Neyse ki, Ayasofya’ya Müslüman ve gayrimüslim tüm ziyaretçilerin belirli kurallara uymaları koşuluyla camiye girmesine izin verilmektedir.
 

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi