Günümüzde hem ülkemizde hem de dünyada çok ihtiyacımız olan ve aslında herkesin arzuladığı barış neden bir hayal? Aslında elbette hayal değil ama öyle bir noktaya geldik ki asla olmayacakmış gibi geliyor. Ancak barış denilen şeyi başarmak zorundayız, zira tüm yaratılışımız sadece buna gelmek için... Öncelikle hayata bakışımızı rayına oturtalım ve bir kaç gerçeği burada açıklığa kavuşturalım. Dünya yaratılış itibariyle belli bir ahenk içerisinde çalışmaktadır. Bu ahenge insan denilen varlık ayak uyduramamaktadır, çünkü insanın doğası yaratılışın doğasına zıttır! Doğa tüm parçalarıyla tamamlayıcı ve uyum içinde çalışır ancak insan egoist yapısı gereği tamamlayıcı değildir. İnsan etrafında olan her şeyi kendi mutluluğu ve hazzı için kullanmak ister ve en çok haz aldığı şey de “diğer insanların üzerinde olmaktır”. İnsan; hayattaki yerini, başkalarına bakarak ve kendisini onlara kıyaslayarak tayin eder. Bu yüzden başarısını ölçerken de toplumdan aldığı değerler kendi yerini tayin etmek için bir ölçüdür. Kişinin kendisini böyle ölçmesi normal, çünkü eğitimimiz maalesef fabrikadan mal çıkarma mantığıyla düzenlendiği için başka bir alternatif bize verilmiyor... Yani el âlemle kendimizi hep sınavlarla, notlarımızla kıyaslayarak hayata atılıyoruz... Ancak bir kişinin, standartlaştırılmış sınama yöntemleriyle elde ettiği başarı gerçekçi değildir; çünkü kişinin performansı yaşına, zamana, o anki ruh haline, kişisel yeteneklerine ve becerilerine göre değişir... Bu yüzden dünyada bir çok efsanevi iş adamının okul bitirmeden bunca şey başardığına şaşmayın... Hepimiz farklıyız; birbirimizle kıyaslanamayız ve ölçülemeyiz... Bunu düşünmek bir yana, eğitim sistemine sokmak hele sanırım en aptalca şey olsa gerek. Yıllarca bizleri üniversiteyi bitir ve bir baltaya sap ol diyerek büyüttüler... Ama artık yeni nesil bunları yutmuyor... Ve eğitimi düzenleyen eski nesil de neden başarısız olduklarını anlayamıyor. Yeni nesil kendisi için iyi bir gelecek göremiyor... Temmuz 2011’de İstanbul’da bir finans semineri vermiştim ve o zaman da katılımcılara şöyle dedim: “Ülkemizde bazı vatandaşlar krizin teğet bile geçmeyeceğini söylüyorlar, ben size temin ederim ki kriz son derece acı bir şekilde gelecek ve geçirecek!”... İlk sinyallerini de zamlarla alıyoruz... Bu tüm dünyada böyle... Sanmayın ki bizim hükümete sataşıyorum... Hiç işim olmaz..! Bunları söylüyorum, çünkü küresel bir dünyada yaşıyoruz... Bunu hepimiz çok iyi anlamalıyız... Komşuda yangın varken arkamı dönüp “Benim eve gelmez nasıl olsa!” diyerek uyuyamam... Artık tüm dünya komşumuz oldu... Birisi Amerika’da hapşırınca burada nezle oluyoruz...
Şimdi bu yukarıda bahsettiğim şeylerin barışla ne alakası var ki diye düşünebilirsiniz... Haklısınız... Şöyle özet geçeyim: Barış artık tüm insanoğluna bağlı... Bir ülkeye değil bir şehre değil, bir mahalleye, sokağa ve aileye değil..! Bugünlerde aile denilen kurum neden çöküyor sanıyorsunuz ki? Çünkü tüm dünya çöküyor ve hep beraber o akıntının içerisindeyiz, bundan kaçış yok! Bu yüzden barış istiyorsak önce dünyayı ve realiteyi net bir şekilde görmemiz lazım! Temel unsurlara bir bakalım... Öncelikle şunu görmeliyiz; yaratılışta hiç bir şey hasbelkader yaratılmadı... Bedenimizde bile her şeyin bir işlevi var; gidip apandisitinizi durduk yere aldırmayın, bilim de keşfediyor, onun da bedende görevi var. Bu yüzden yaratılışta bir kusur aramak son derece aptalca olur. Yukarıda da değindiğim gibi her şey mükemmel... İnsan hariç! Peki, insan denilen bu vahşi, hasta ruhlu varlık; sürekli arayış içinde olduğu sükûnet, barış, sevgi, adalet gibi şeyleri hayatında inşa edebilir mi? Mümkün mü? Eğer hayatında bunların eksikliğini hissediyorsa ve gelişmiş bir zekâsı olduğunu da görüyorsa o zaman kişi şuna da inanmalıdır ki böyle bir dünya inşa edebilir. Soru şu: Doğamız gereği ızdırap çekerek hep toplumsal değişimler geçirdiğimize göre; insanoğlu daha ne kadar ıstırap çekmeli ki ideal bir sistem oluştursun... Zira herkesin “Bıçak kemiğe dayandı!” lafı herkese aynı hissi vermiyor ve el âleme bıraksak bıçağı kemiğe dayayıp dayayıp dürtecekler! Yani siz de takdir edersiniz ki; bazı adamlar elin oğlunu gemide ölmeye gönderiyor ama kendi oğluna gemi falan satın alıyor, J.F. Kennedy’nin oğluna on beşinci doğum gününde yaptığı gibi mesela... Öyle bıçağı kendi kemiğinde falan pek hisseden yok..! Öyle deseler de... Dünyayı değiştirmeye kalkanların zayıflığı... Geçmişten beri insanlar dünyayı değiştirmeye çalıştılar... Gördük ki bir işe yaramıyor ve tam tersine insanoğluna bu tür kişilerin getirdiği şey hep daha fazla zarardır. Kendi kafalarına göre “kötü” tayin ettikleri şeyleri yok etmek isterler ve “iyi” düşündükleri şeyi oluşturmaya kalkarlar. Bunu İkinci Dünya Savaşı’nda Adolf Hitler’in yaptıklarıyla Almanya’nın ve Almanların nasıl rezalete sürüklendiklerinde gördük: Almanlar dünyanın en gelişmiş ulusuyken yerin dibine girdiler... Bolşeviklerin Rusya Devrimi’nde de Rus halkını nasıl bir rezalete ve ızdıraba götürdüklerini de gördük... Rusya dünyanın en zengin maden ve doğal kaynaklarına sahip olan bir ülke iken hala sefillik ve açlık içerisinde yaşayan bir halkı barındırıyor... İnanılır gibi değil...
Arap milliyetçiliğinin gelişimiyle, Arapların Osmanlılara petrol ve altın uğruna nasıl ihanet ettiklerini gördük (Dikkat ederseniz Orta Doğu bu ihanetten beri hiç Araplardan yana olmadı. Hep bir birleriyle savaştılar, İsrail sürekli onları tokatladı ve Arap halkı hep fakir kaldı ama tüm petrolün geliri ve faydası Batı’ya aktı vs)... Aah! Bu arada kimse Arap Baharı’nın Araplar tarafından yapıldığını sanmasın... Mısırda günde $2’a çalışan adam hala aynı fiyata çalışıyor ve ben önceden söyleyeyim: Durumları da düzelmeyecek... Hepsi ABD’nin Afrika ve Orta Doğu’yu kontrol altına alması için tezgahlanan bir devrim ve tıpkı yukarıda ki örnekte olduğu gibi bunun geri dönüşü ABD ve Batı Avrupa için son derece yıkıcı olacak... Ne yani Mübarek gitti ne oldu? Yerine yine hırsızlık yapacak birisi gelecek... En azından Mübarek artık doyduydu, yeni gelen kişi sıfırdan tekrar cebini dolduracak, halk iyice perişan olacak... Şunu demeden geçemeyeceğim; Suriye bu tezgaha gelmeyen tek Arap ülkesidir ve Esad’ın katı tutumu işe yaramıştır ve bana sorarsanız bu oyunu bozan bir tek o oldu... Neden politikadan bahsediyorum? Politika değil aslında... Bahsettiğim şey; insanlar arasındaki ilişkilerin insanlara geri dönüşünün doğanın kanunlarında yer aldığıdır. Yani isterseniz karma deyin, isterseniz ying yang deyin isterseniz Allah’ın ilahi adaleti deyin, isterseniz doğa kanunları deyin fark etmez! Aynı şey... Bir sistem işliyor ve yapılan her eyleme yönelik entegre bir sistemde var olduğumuz için ülkelerin eylemleri ve yaptıkları tıpkı insanların yaptıkları gibi dönüp dolaşıp onları buluyor. Küresel dünyada artık bireyin iyiliği tüm dünyanın iyiliğiyle aynı hale gelmiştir. Bunu birçoğumuz hissetmeyebilir... Ama sadece bir salağın bir düğmeye basması tüm dünyayı yok edebilecek bir senaryoyu önümüze koymaktadır. Bugün tüm ülkeler bir birlerine gıda, enerji, su gibi en basit şeyler için bile bir birlerine göbekten bağlı hale gelmişlerdir... Bunu artık hepimiz görmeli ve çocuklarımızı da buna göre eğitmeliyiz ki yeni global hayatta yer alabilsinler... En azından bu işte geri kalmayalım. Bireysel egoizmin yok edici unsurlarını dikkate alarak artık toplumsal müşterek sorumluluk ve bireysel gelişimizi toplumsal gelişime entegre edecek bir eğitime geçmek için acil bir çalışma gereklidir. Yoksa ne ülkemizde ne de dünyada barış yeşerebilir... Ne güzel olurdu eğer böyle bir eğitime geçişi ilk bizim ülkemiz yapabilseydi..! En azından anne ve babalar olarak bizler bu eğitime evde başlasak fena olmaz... Damlaya damlaya göl olur bizim sayemizde... “İyi de... el alem cinayet işlerken biz ne yapacağız?” diye de sorabilirsiniz... Bunun cevabı da gerçekçi olmak zorundadır: Her kim sizi öldürmeye geliyorsa siz onu önce öldüreceksiniz! O kadar da saf değiliz. Sonuç olarak bireyin barışı direkt olarak ülkenin barışını etkilemektedir. Öncelikle hepimiz şunu anlamalı ve etrafımızdakilere anlatmalıyız ki toplumun iyiliği, ülkenin ve dünyanın iyiliğine tümüyle bağlıdır. Eğer toplumun yasaları herkesi tatmin etmiyorsa ve bir azınlığı tatminsiz kılıyorsa bu azınlık hükümeti devirmeye yönelecektir. Ve eğer hükümeti yüz yüze gelerek devirecek gücü yoksa o zaman endirekt yollardan indirmeye kalkar... Yani ülkeler arasında savaşlar çıkartarak... Çünkü savaş doğal olarak diğer insanları da mutsuzluğa getireceğinden mevcut hükümeti düşürüp daha uygun bir hükümetin gelmesini sağlamak isterler...
Yurtta Sulh Cihanda Sulh! Barış istiyorsak öncelikle her kişi diğer insanlarla ve her hükümet de diğer hükümetlerle iyi ilişkiler kurmak zorundadır. Bizler artık kendisini tarih kitaplarında kahraman sayfalarına geçirmek için çalışan kişilerin araçları olamayız...Ve barış hiç bir zaman dünya liderlerinden gelmez! Atatürk istisnadır bu konuda... Hayatımızı ve çocuklarımızın hayatını halkın sırtından kahraman olmak isteyenlere kullandırtmayalım... Bu makale politik değildir... Bu makale içinde yaratıldığımız sistemi tanımamaktan kaynaklanan ızdırap ve acılarımızı nasıl dindirebiliriz ve rayına oturtabiliriz sorularına yönelik, sadece düşünmemize sağlamayı amaçlayan bir denemedir... Sizler de takdir edersiniz ki geçmişten öğrenmeyenler geleceğe doğru ilerleyemezler...