Yaşam

Ölümü Kabullenme

Çok mucizevi bir şekilde daha cenin halindeyken bir kaç ay sonra annemizin karnından yaşama ağlayarak gözlerimizi açıyoruz, doğduğumuz an eğer ağlamazsak bir sorun vardır, doktor ya da ebe son çaba ile vurur ciğerlerimiz açılsın avazımız çıkana kadar ağlamamız için… Bu çünkü doğal bir süre, büyüyoruz, büyüdükçe yaşamımızda kayıplar vermeye başlıyoruz,annemizin, babamızın, ya sevdiğimiz birinin, evcil hayvanımızın, bir ilişkimizin, arkadaşımızı, mesleğimizi, kısacası kaybettiğimiz ne varsa ardından yas tutarız çünkü bu doğal bir süreçtir. Ama kayıpların en zoru da ya sevdiğimiz birinin ölümünü ya da kendi ölümümüzü kabullenme… Kaç kez kaybettik? Kaç kez sevdiğimiz insanları toprağa verilişini izledik? Ölüm her insanın bildiği gibi çok acı bir şeydir, özellikle kendisine yakın olan insanların, tanıdıklarının ve kendisine değer veren kimselerin teker teker azaldığını görmek o çok sevdiğiniz insanların artık sadece anılarının bir parçası haline dönüşmesi zordur.

Çok değer verdiğiniz, sevdiğiniz insanları kaybetmeye başladıkça kendinizi teselli etmek  için diğer sevdiklerinize tutunmaya çalışır, onları da kaybetmekten korkmaya başlarsınız, özellikle bu anne ya da babanızsa onları kaybetme düşüncesi kalbinizde derin bir acı bırakır, artık yaşam sizin için daha zor hale gelmiştir, geçmişiniz size gelecekten daha değerli hale gelmeye başlar. Çünkü geçmişinizde olanları ve sahip olduğunuz şeyleri zaten biliyorsunuzdur. Fakat gelecekte geriye ne kadarının kalacağını bilmediğiniz keşmekeşliğin içinde korku ile baş başa kalırsınız.

Korkmak ne yazık ki sevdiklerinizi korumaya yada ölüm denen şeyi engellemeye yetmez, bu noktada gücümüzün tükendiğini hissederiz. Biz büyüdükçe zaman geçtikçe  kaybettiğiniz insanların sayısı iyice artar, yerlerini asla doldurma imkanınız olmayan insanlar gözünüzünüzün önünde teker teker yok olur iken, birde bakmışsınız ki geriye sadece siz kalmışsınız. Tüm bu keşmekeşleri yaşarken dünyanın en doğal en nihai gerçeği olan ölüm düşüncesinden kaçarız… Belki bir daha sevdiğimiz insanları kaybetmek istemeyişimizden dolayı, belki de ölümsüz bir hayatı kabullenmek daha kolay olduğundan dolayı. Kimse bu sondan kaçamayacak olsa da, birçok insan hayatının büyük bir kısmını bu gerçeği görmezden gelerek yaşıyor. Bu nedenle bir çoğumuz ölümle ilgili bir konuşma geçtiğinden hemen o sohbetten kaçarız, belki bu yazıyı okumak bile oldukça zor geliyordur, belki okumaya başlayan bir çok insan satırların en başında sayfayı terk etmiştir. Fakat buraya kadar okuduysanız sevdiğiniz bir insanı kaybetmiş veya ölümü biliyorsunuz demektir.

Yalnız değilsiniz emin olun, babamı kaybettiğimde ölümün ne olduğunu öğrendim ve bildim, daha fazla sevdiğim insanı kaybetmekten korkmaya başladım, hatta o kadar ki insan sevmemeye başladım, kendime adeta görünmez bir duvarla çevrelemiştim… Ne annemin ne babamın ölümünü kabullenmemiştim 1 sene balkonda elinde poşetlerle siteden içeri girmesini bekledim babamın, annemi 2 sene bekledim gelmesini, medeni ve gelişmiş ülkelerdeki insanların ölüm karşısında tavırlarına baktım bir de kendi tavırlarıma. Herhalde ben medeni ve gelişmiş değilim diyordum, çünkü yalnız başıma kaldığımda bağıra çağıra ağlayıp hayatı durdurmak istiyordum, kimse işe gitmesin, spor müsabakaları yapılmasın, televizyonlar yayın yapmasın, memlekette yas ilan edilsin istiyordum… Fakat öğrendim ki, ölümü kabullenmek zor ama asla imkansız değildir. Zaten ölüm denen şey kabul etsenizde etmeseniz de geldiği vakit ya sizi sevdiklerinizden yada sizi sevenleri sizden ayırarak yanında götürmesini her zaman biliyor.

Fakat ölümü kabullenmek bazen o kadar zor halde olmadı, mesela antik Mısır'a Firavun dönemine gidelim, o dönemler ölüm yeme-içme gibi günlük bir mesele gibiydi … Antik Mısır'da Firavunlar ve asiller köleleriyle birlikte hayatlarını iyi bir şekilde geçirerek yaşamları boyunca kendilerini ölüme hazırlardı. Zamanın güçlü insanları, ölmeden önce büyük mezarlar inşa ettirirlerdi. Fiziksel olarak bedenin ölmesi durumunun, hayatı tümden sonlandıracağına inanmıyorlardı, ruhun mekanda ve zamanda gezdiğine inanırlardı. Mesala eski Roma’da yaşayan insanların da resmî olarak kabul edilmiş dinlerin merkezinde ölümden sonraki hayata pek yer verilmemiştir. Dönemin yaygın felsefi akımları da (epikürosçu felsefe, stoacılık) ruhun ölümsüzlüğüne inanmış, fakat bu konudan mümkün olduğunca kaçınmışlardır. Bu sebeple en yaygın görüş ölümün sonsuz bir uykudan meydana geldiği ve bir hiçliğe geçiş olduğudur. Tabii ki buradaki “hiçlik" aslında tam olarak bizim anladığımız manaya gelen “hiçlik” değildir. Romalılar insanın ölümden sonra ruhunun ‘Manes’e katıldığına inanmışlardır. Manes’i, ölerek bireyselliğini kaybetmiş olan ruhların katıldığı, ortak bir kutsallığı paylaşan ruhlar yığını olarak tarik etmek mümkün. [1]

Ölümü kabullenmekle ilgili bir budist hikayesi var, onu size anlatmak istiyorum, bu hikaye ölümü kabullenmemizde belki biraz yardımı olabilir, hikayemiz şöyle; Yıllardır çocuk sahibi olmayı bekleyen budist bir kadın sonunda muradına kavuşur ve bir çocuğu olur, bir kaç zaman geçtikten sonra ansızın çocuğu hastalanarak ölür ve kadın da bunu bir türlü kabullenmek istemez, çocuğu göğsüne bağlar ve onu iyileştirecek bir çare bulmak için her yere gider. Sonunda kutsal bir kişi onu kabul eder ve kadına kimsenin ölmediği bir evden hardal tohumu getirmesini söyler. Kadın evleri ziyaret etmeye başlar ve nereye giderse gitsin hep ölüm ve kayıp hikayeleri duyar ve bulamaz böyle bir evi. Kadın sonra fark eder ki kederinde yalnız değildir ve nihayet çocuğunun bedenini istirahate bırakıp onun ölümünü kabullenir.

Belki de ölümü kabullenmek değil de ölüm karşısındaki çaresizlik bizim için zordur. Bugün yanında olanların yarın hatta bir dakika sonra bile yanında hiç olmayacağı ,sesini artık hiç duymayacak, simasını artık göremeyecek olmanın burukluğunu sen nefes aldıkça aklında ve kalbinde taşımanın çaresizliğidir bu, aslında biz ölene değil biz kendimize üzülüyoruz, ölen zaten başka bir alemlere gitmiştir. Biz doğarken bir vücut bulduk, fakat bulduğumuz o vücut gün olur yok olur gider, her an her yerde vücut bulduğunuz gerçeğine hayran kalın. Çünkü ölüm başka bir şekilde yeniden doğuştur. Çünkü kainatın bize verdiklerini şimdi verme vaktidir. Nitekim öldükten sonra yaşam kendini yeniden ve yeniden canlandırır..

Ve son sözlerim… Eğer sevdiğiniz bir insanı kaybetmemişseniz şanslısınızdır, yaşayabildiğiniz kadar onlarla yaşamaya onlardan öğrenebildiğiniz kadar şeyi öğrenmeye ve onlarla birlikte hatırlayabileceğiniz kadar güzel anıya sahip olmaya bakın, ve bir gün nasıl olsa gönlünü alırım diyorsanız bunu demeyin, kalp kırmamaya, incitmemeye özen gösterin. Siz sevdiklerinizi, sevdiklerinizde sizi kaybettiklerinde geriye sadece birlikte paylaştığınız zamana dair anılar kalacak. Geri kalan yaşamınızda da o anılar sizin yegane parçasınız olacaklar. Başkaları için değersiz adeta hikaye yada masalmış gibi gelselerde o anılar çok önemli olucaklar, zamanla unutulup azalsalar da geriye bir miktar kalacak.Belki ölmeden önce düşünecek vaktiniz bile olmayacak aniden ölüceksiniz belki de zamanla unutmaya başlayacağınız o az miktardaki geriye kalan anılar ölmeden önce son olarak düşündüğünüz şeyler olacaklar.

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi