Kırılınca ya da kaybolduğunda ağladığınız oyuncaklarınız geliyor mu aklınıza? İlerlemiş yaşınıza rağmen kutularda sakladığınız kurşun askerleriniz ya da bezden bebekleriniz duruyorlar mı?
Şarkılarda, türkülerde ya da bilmecelerde kalan bir sözcük mü oyuncak yoksa hayatın kendisini sarıp sarmalayan sonsuz bir döngünün ürünü mü? İhtiyacımız olana eşya adını takarken oyuncaklar bu kavramdan sıyrılıp kendi başlarına bir yazgı mı oluştururlar?
“Oyuncak” kavramını kısaca tanımlayacak olursak oyuncak için çocuğun oyun oynama aracı olduğunu ifade edebiliriz. Gelişen sanayi ve teknolojiyle beraber oyuncaklar da zaman içinde malzeme, form ve üretim biçimi yönünden değişime uğramıştır.
Oyun günümüz dünyasında daha çok eğlenme ve boş zaman etkinliği gibi görülüyor olsa da yapılan bazı bilimsel araştırmalar, insanın oyun oynama amacının bu kadar sığ olmadığını ortaya koymuştur. 20. yüzyılın en önemli dilbilim ve tarihçilerinden birisi olan Johan Huizinga (1872-1945)’nın şu tespiti oldukça önemlidir: “Oyun kültürden daha eskidir, çünkü kültür ne kadar dar kapsamlı tanımlanırsa tanımlansın, her zaman bir insan toplumunun varlığını öngörür ve hayvanlar kendilerine oyun oynamalarını öğretmesi için insanın gelmesini beklememişlerdir. Kültür, ilkel aşamalarda oyun olarak oynanmıştır; ana bitkiden ayrılan canlı bir meyve gibi oyundan doğmamış, oyunun içinde ve oyun olarak serpilmiştir.”
Oyun bir bakıma çocuğun psikolojik ve sosyolojik gelişiminin yanında fizyolojik olarak da çocuğa katkı sunmaktadır. Bu da bize oyunun çocuk için bir ihtiyaç olduğu sonucunu verir. Çocuğun oyuncağı ise onun en kutlu nesnesidir. Şimdi sizler de çocukluğunuza dönerek bir düşünün, sizi siz yapan ve oynadığınızda size huzur veren oyuncaklarınız hangileriydi?
Oyuncak kavramı ise birçok bilim insanı tarafından farklı şekillerde yorumlanmış ve tanımlanmıştır. Bunlar içerisinde önemli bir uzman olan Heljakka’a göre oyuncak, “çocuk, yetişkin ve hayvanların yaş ve cinsiyetlerine bakılmaksızın oyun oynamaları amacıyla tasarlanmış nesnedir.”
Her oyuncak aslında kültürel, coğrafi ve ekonomik açıdan üretildiği halkın ve ait olduğu zamanın aynasıdır. Bu durumu günümüz oyun ve oyuncak araştırmacılarından Smirnova şöyle ifade etmektedir: “Her oyuncak daima, zamanının ve yapıldığı yerin belirli aurasını taşır. Yetişkinlerin çocuklar için yaptığı oyuncaklar, bu yetişkinlerin dünya görüşlerini, ideolojilerini, zevklerini, tarzlarını ve teknoloji anlayışlarını yansıtır.” Bir başka bilim insanı Niemann ise bu durumu şöyle açıklamıştır: “Oyuncağın gelişiminden toplumsal ve ekonomik koşulları ve bunların değişimini bir dereceye kadar öğrenebilirsiniz; çünkü oyuncaklar ilgili oldukları çağın aynasıdırlar. Orta Çağ’da oyuncakların şövalye ve atlarla ilgili olması hiç de şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, insanların ve içinde yaşadıkları çevrelerin özelliklerini, söylencelerini ve geleneklerini dikkate almak gerekir. Oyuncaklar bütün bunlara işaret eder ve tipik damgasını basar; böylece Rus ve Çin oyuncağı kolaylıkla ayırt edilebilir.”
Buradan oyuncakların tarihinin insanlığınki kadar uzun ve değişken olduğunu ifade edebilir. Kültürel ve zamansal farklılıklara rağmen oyuncakların temelde işlevleri aynıdır.
Oyuncaklar özellikleri itibariyle kişiye ait bir eşya olmalarına karşın aynı zamanda evrensel bir dili de temsil etmektedir. Özellikle kimi oyuncaklar, yetişkinler için komik algılanmalarına rağmen çocuğun zihinsel ve kişisel gelişimde önemli bir işlevi bulunmaktadır. Ayrıca oyuncaklar çocukça nesneler değildirler. Çocukluktaki duygu ve düşüncelerin biçimsel ve somutlaşmış sembolleri olarak kabul edilmelidirler.
Oyuncak, çocuğun ince motor kaslarını geliştirmesinin yanı sıra onun problem çözebilme yeteneği kazanmasını da sağlar. Çocukların, hayal gücünü geliştirmeleri, sosyalleşmesi, sözcükleri kullanma becerisinin pekişmesi adına oyuncakların rolü ve önemi büyüktür.
Sözlü olarak dile getiremediği birçok duyguyu oyun ve oyuncak aracılığıyla ifade eden çocuklar bizlere birtakım önemli ip uçları da verebilir. Oyuncak adeta çocuğun dilidir. Hayatın ilk provası da oyuncaklarla yoluyla gerçekleşir. Örneğin çocuk kimi oyuncaklarıyla yepyeni bir kurgu oluşturur ve kendisini doktor, öğretmen ya da mühendis olarak hayal eder. Bu yolla hayata ilk adımlarını henüz küçük yaşlarda atmayı deneyimler. Ayrıca oyuncağın önemli bir işlevi de benzetme yoluyla oyuncaklara atıfta bulunduğu karakterlerle çocuğun empati kurabilmesidir. Bir oyuncak bebeğin hastalanmasını canlandıran çocuk bu sayede hasta olan biriyle empati kurabilecek ve onunla hemhâl olabilecektir.
Sonuç olarak oyun ve oyuncağın insanla birlikte hep var olduğunu söyleyebiliriz. İnsan oyun kurguladı, oyuncak imal etti; oyun ve oyuncak ise insanı oluşturdu. Oyun sayesinde toplumsallaşan çocuk, oyun ve oyuncak üzerinden yetişkinlik dönemi rollerine hazırlandı. Oyuncakla beraber başkalarıyla iletişim kurmayı, anlaşmayı, paylaşmayı, etmeyi, tartışmayı, kavga etmeyi, barışmayı, sorunlara çözümler bulabilmeyi öğrendi.