Genel Kategori

Yolunacak Kaz: Kelimelerin Hikayesi

Biliyorsunuz ki; deyimler ve atasözlerimiz bize miras kalan en güzel kelimelerdir, hepsinin de birbirinden güzel, ders veren kimi zaman da eğlenceli hikayeler barındırır. Bize düşen görev de tüm bu deyimlerimizin, atasözlerinin anlamlarını, hikayelerini bilmektir. Bazen anlamını bilmeden yanlış yerde, yanlış anlamlarda kullanabiliyoruz. Hani anneannelerimizin, dedelerimizin anlattığı masallar vardı ya, işte sizler de çocuklarınıza bu deyimlerin hikayelerini anlatırken aynı zamanda onlara tarih bilgisi kazandırmış olursunuz. Bugün ki deyimimiz, genelde kolay para kaptıran ya da çok çabuk kandırılan kişiler için kullanılan "Yolunacak Kaz" deyimi. Bu deyimimizin hikayesi de yine çok eski tarihlere dayanmaktadır. Hadi o zaman zaman makinemize atlayalım ve rotamızı Osmanlı dönemine doğru ayarlayarak o döneme misafirlik edelim.

Osmanlı döneminde padişahlar genellikle tebdil-i kıyafet yapıp halkın arasına karışırlarmış, Tebdil-i kıyafet kılıf değiştirmedir bu arada. Tebdil-i kıyafet ile dolaşan padişahlar arasında II. Osman, IV. Murat, III. Osman, III. Selim ve II. Mahmut'tur. Bu padişahlardan yine II. Mahmut zamanında olur. Sultan, zaman zaman yanına bir iki görevliyi alarak tebdil-i kıyafet eyleyip halkın arasına karışır, halkı ne şekilde yaşıyor kim ne yapıyor diye bizzat incelemelerde bulunurmuş.

I

I. Mahmut yine tebdil- kıyafet eylediği bir yaz günü iki görevlisini yanına alarak Sirkeci’ye gelir. Sirkeci'den de bir kayığa atlayıp Beylerbeyi’ne geçerler. Bindiği kayığın kayıkçısı oldukça yaşlı ve tecrübeli biriymiş... İşte bu kayıkçı amma ne kayıkçıymış! Yılların tecrübesi ile artık neredeyse İstanbul Boğazı'nda görünen yolcuları hallerine, tavırlarına ve kılık kıyafetlerine bakarak köylerini söyleyecek kadar tanımaktadır. E, tabi kayığına binen bu seferki yolcularının da kimliklerini hemen anlar ve tanır fakat hiç sesini çıkarmadan işini yapar.

Yolculuk esnasında Beşiktaş önlerine gelindiğinde padişah kayıkçıya şöyle der:b

  • Baba, 32 ile nasılsın?

İhtiyar hiç tereddüt etmeden cevaplar:

  • 32’yi 30’a vuruyorum, 15 çıkıyor.

Biraz sükûttan sonra padişah, yeniden kayıkçıya lâf atar:

  • İşitiliyor ki son zamanlarda şehirde hırsızlar ziyadeleşmiş; senin evine de giren oldu mu?
  • Bundan iki ay evvel biri girdi. Son günlerde birisi daha dadandı ya! Bakalım ne olacak?!

Padişah o anda sessizleşir, kayıkşı ihtiyarda işini yapmaya devam eder. Ancak padişahın grevlileri konuşulanlardan bir mana çıkarmak için kıvranıp durmaktadırlar. Bu durum, padişahın gözünden kaçmaz ve kayık, Beylerbeyi iskelesine yanaşmak üzereyken padişah kayıkçıya sorar:

  • Babalık, sana iki besili kaz göndersem, yolabilir misin?

Kayıkçı hemen cevap verir:

  • Hay hay efendi, ruhları duymaz, cıscıplak ederim.

Padişah o sırada sandala bir kese akçe atar ve karaya çıkarlar. Amma velakin padişahın görevlileri iyice merak içindedir. Nihayet ertesi gün, hünkâr ile kayıkçı arasında geçen konuşmayı anlamak üzere doğruca Sirkeci sahiline gider görevliler... Hadi bir gün bir vesile ile padişah hazretleri bu konuyu açıp sözlerin manasını kendilerine sorup cevap veremezlerse diye hemen öğrenmek isterler. Tam o esnada Sirkeci sahiline vardıklarında. İhtiyar kayıkçıyı, kayıkçılar  kahvesinde çubuk çekerken bulurlar. Bir kenara çağırıp özel olarak konuşmak istediklerini söylerler. Dışarı çıkıp kayıkla biraz uzaklaşırlar. Padişahın görevlileri lafı fazla uzatmadan hemen konuya gelerek:  

  • Baba dün Beylerbeyi’ne üç yolcu götürdün.
  • Kayıkçı; "Doğrudur" der...
  • Görevliler: "Onlardan ikisi biz idik; seninle konuşan da hünkârımız hazretleriydi."
  • Kayıkçı hemen sorar: "Bir hatamız mı oldu ağalar?"
  • Görevliler merak içinde: "Hayır da, biz konuştuklarınızı merak etmekteyiz" der.
  • İhtiyar kayıkçı: Canım mahrem şeyleri mi söyleteceksiniz bana?
  • Görevliler: "Haşa! Ancak…"

İhtiyar nazlanırken ağalardan biri bir kese altın çıkarıp avucuna sıkıştırır. O zaman ihtiyar, kayığın yönünü Sirkeci’ye doğru çevirip anlatmaya başlar:

  • Sultanımız buyurdular ki, 32 ile nicesin? Yani geçimin nasıldır, demek istedi. Ben de ağzımda 32 dişim var; onu bir aya göre ayarlıyorum. Ay 30 gün, ben ise 15 gün ancak iş bulabiliyorum, dedim.
  • Görevliler: Eee?

İhtiyar yine nazlanır. Bu sefer diğer görevli keseye kıyar. İhtiyar devam eder:

  • Sultanımız son aylarda hırsızlar çoğaldı, sana da gelen oldu mu dedi. Yani “kaşık hırsızlarını” kastederek ‘Son günlerde evlenmeler arttı. Senin çocuklarından da evlenen oldu mu?’ demek istedi. Ben de “Evet evime bir hırsız girdi, yani oğlumun biri evlendi; diğeri için de hazırlıklar var, bakalım, Allah Kerîm dedim. Hünkârın hırsızdan kastı, kaşık hırsızı, yani gelin idi.

Padişahın görevlileri oldukça şaşırmış şekilde “Meğer ne kadar basitmiş!” manasında birbirlerine bakarken kayıkçı sandalı iskeleye yanaştırır.

  • Görevliler o esnada: "Ya üçüncü sual ne idi?" diye sorar

İhtiyar yavaşça sandaldan çıkıp misafirlerini etekleyerek şu cevabı verir:

  • Padişah efendimiz "Sana yolman için iki besili kaz yollayayım mı?" diye sordu. Allah ömrünüzü uzatsın ki işte sizleri bana yolladı. Ben de tıpkı kaz gibi sizi cıscıplak soydum ve ruhunuz duymadı.” diye konuşur.

İşte o zamanlardan günümüzde de anlamını yitirmeden "çok çabuk kandırılan, çabuk para kaptıran" kişilere kullanılan deyim "Yolunacak kaz" deyimi buradan gelmiştir.

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi