Genel Kategori

Aşı Karşıtlarının Komple Teorilerini Bilim Nasıl Çürütüyor?

Dünya 1.5 senedir koronavirüs salgını ile mücadele ediyor, ve dünyanın birçok yerinde bu senenin başından itibaren koronavirüs salgınına karşı aşılama kampanyaları yapılıyor. Yapılan araştırmalar, aşılama oranı artıkça semptomatik vakaların ve hastaneye yatışların azaldığına işaret ediyor. Son dönemlerde insanlar ikiye ayrılmış durumda aşı karşıtları ve koronavirüsü aşına güvenen kesim. Peki, ne oldu da en akli selim insan bile aşı karşıtı oldu?

Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada iki temel sebebi var gibi duruyor. Bunlardan birincisi siyaset kurumuna olan güven eksikliği, ki bu konuda yapacak bir şey yok maalesef... İkincisi ise, bilime olan güven eksikliği. Bu son moda güvensizlik, bilimi anlamamaktan geliyor, bilgi daha ulaşılabilir ve şeffaf hale geldiği için artık aşı üretimindeki ve deneylerindeki süreçleri herkes takip edebiliyor. Ancak yarım yamalak bilgi kırıntılarıyla önceden neden 8-9 yıl sürdüğünü bilmeden, şimdi 8-9 ay sürüyor olmasını anlamamak gayet normal, burada kimseyi yargılayamam fakat çok kısa bir şekilde sebeplerini okuduğum yüzlerce makaleden edindiğim bilgilere göre anlatmak istiyorum (evet başta ben de aşı karşıtı olup, fakat geçtiğimiz hafta içim rahat bir şekilde aşımı yaptıran biriyim). Gelelim sebeplerine...

Yıllar süren araştırma süresi kısaldı, çünkü bu virüse çok benzeyen sars-cov‘a dair 10 seneden fazladır ciddi bir bilgi birikimi var elimizde, ve çoğu bilgi bu virüs için de geçerli. Yani önceki hastalık için geliştirilmiş onlarca aşı vardı ve hangileri nasıl çalışıyor, çalışmayan aşılar neden çalışmıyor bunları zaten biliyorduk. Bu aşılar da o bilgi birikimine dayandığı için, o bilgileri kullanarak yeni aşılar çok kısa bir sürede geliştirilebildi.

İkincisi de yine çok uzun süren ve aşının tüm testleri bittikten sonra başlanan üretim sürecine erken geçildi. Bu konuda devletler üretime geçilebilmesi için bu riski yüklendi ve aşı firmalarına gerek ön siparişlerle olsun, gerek direkt hibelerle olsun kelimenin tam anlamıyla para yığdı, yatırım yaptı, şimdi meyvelerini alıyoruz bu kadar basit. Yani kısacası ortada 8 - 9 aylık bir çalışma değil yılların verdiği bir tecrübe ve bilim var... Bu arada aşıların güvenliliğinin ve etkinliğinin ortaya çıktığı deney süreçlerinden ise en ufak ödün verilmedi onu da belirtmek isterim. Şimdi aşı karşıtlarını komplo teorilerini bilimin nasıl çürüttüğünü anlatacağım, özellikle bize çip takıyorlar, "bak bozuk para kolumda duruyor" diyen kişiler burayı çok iyi okusunlar ?. Asılsız ortaya atılan iddaların hepsini mercek altına alıyor ve BBC haberinde yer alan iddiaları ve bilimin onları nasıl çürüttüğünü sizlere tek tek aktarıyorum...

İddia 1: “DNA’mız ile oynanacak…”

Sosyal medyada en sık rastladığımız iddalarından birisi de koronavirüs aşının DNA’mızı değiştireceğine ilişkin söylentiler. BBC, üç bağımsız bilim insanına bu iddiayı sordu ve “corona virüsü aşısının insan DNA’sını değiştirmeyeceği” yanıtını aldı. Yeni geliştirilen bazı aşılar, virüsün genetik materyalinin bir parçasını, yani genetik talimatları taşıyan mRNA’yı kullanıyor. İngiltere’de kullanım onayı alan ve Türkiye’nin de sipariş verdiği Pfizer/BioNTech aşısı da bunlardan biri. Oxford Üniversitesi’nden Jeffrey Almond, “mRNA’yı bir insana enjekte etmek insan hücresindeki DNA’ya hiçbir etkide bulunmaz” diyor. mRNA, vücudun kendi moleküler mekanizmalarını kullanarak, hücrelere virüste yer alan proteine benzer bir protein üretmeyi öğretiyor ve bu da bağışıklık sisteminin tepki vermesini sağlıyor. Aslında corona virüsü aşısının DNA’yı değiştireceği iddiasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Sosyal medyada Mayıs ayında yayılan videolarda, mRNA teknolojisinin “henüz test edilmediği ve onaylanmadığı” ileri sürülüyordu ve genetik kodlarla oynanacağı iddia ediliyordu. Daha önce hiçbir mRNA aşısının onay almadığı doğru ancak geçtiğimiz yıllarda mRNA aşılarının insanlarda kullanılmasına ilişkin birçok çalışma gerçekleştirildi. Buna ek olarak, salgın başladığından bu yana aşı tüm dünyada on binlerce kişi üzerinde denendi ve sıkı onay süreçlerinden geçirildi. Diğer tüm yeni aşılar gibi, mRNA aşıları da katı güvenlik testlerine tabi tutulmadan yaygın kullanım tavsiyesi alamıyor.

Faz 1 ve Faz 2 aşı denemelerinde, güvenli olup olmadıklarını test etmek ve uygun dozun belirlenmesi için aşılar daha az sayıda kişiye veriliyor.

Faz 3 denemelerinde ise aşının ne kadar etkili olduğunun belirlenebilmesi için aşı binlerce kişiye veriliyor. Gerçek aşı dozu verilen grup ve plasebo dozu verilen kontrol grubu çeşitli yan etkilerin ve koruyuculuğun saptanması için yakından izleniyor.

Aşı yapılan kişiler, eğer aşı kullanım onayı alsa bile çeşitli etkilere karşı izlenmeye devam ediliyor.

İddia 2: "Bill Gates bize mikroçip takıyor"

Yine oldukça komik bulduğum başka bir söylenti ise tüm dünyayı saran bir komplo teorisi. Bu iddiaya göre, koronavirüs salgını milyonlarca kişinin vücuduna izlenebilir mikroçip yerleştirmenin kılıfı olarak ortaya atıldı ve tüm bunların arkasında Microsoft'un kurucusu Bill Gates var. Oysa "aşı mikroçipi" diye bir şey yok ve Bill Gates'in gelecekte böyle bir projesi olduğuna dair bir kanıt da yok. Bill ve Melinda Gates Vakfı, BBC'ye yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.

Söylentiler Mart ayında Bill Gates'in yaptığı bir açıklamayla yayılmaya başladı. Gates, kimlerin iyileştiğini, kimlerin test edildiğini ve kimlerin aşı olduğunu gösteren "dijital sertifikalar" olabileceğini söyledi ancak mikroçiplerden bahsetmedi. Bu mülakatın ardından çok paylaşılan bir yazı ortaya çıktı: "Bill Gates koronavirüsle mücadele için mikroçipleri kullanacak."

Yazı, Gates Vakfı'nın desteklediği bir çalışmaya da atıf yapıyor. Çalışma, kişilerin aşı bilgilerinin özel bir mürekkep enjekte edilerek deri yüzeyinde saklanabilmesini sağlayabilecek bir teknolojiye ilişkin. Oysa çalışmada bahsi geçen uygulama bir mikroçip değil, daha çok görünmez bir dövmeye benzetilebilir. Çalışmada yer alan bilim insanı Ana Jaklenec, bu teknolojinin henüz uygulanmadığını, insanların izlenmesini ya da kişisel bilgilerine ulaşılmasını sağlamayacağını, bu tür bilgilerin bir veritabanına kaydedilmeyeceğini belirtiyor. Microsoft'un kurucusu Gates'in adı, salgın süresince birçok söylentide zikredildi. Bunda Gates'in aşı çalışmaları ve halk sağlığı alanında yardım çalışmalarına destek vermesi de etkili oldu. Ortada herhangi bir kanıt olmamasına rağmen, Mayıs ayında YouGov tarafından yapılan bir ankette, Amerikalıların yüzde 28'inin, Bill Gates'in aşı vasıtasıyla insanlara mikroçip yerleştirmek istediğine inandığı ortaya çıktı. Cumhuriyetçiler arasında buna inananların oranı yüzde 44 olarak saptandı.

İddia 3: “Aşılar cenin dokusu içeriyor”

Aşıların insan ve hayvan ceninlerindeki bazı dokuları, özellikle de akciğer dokularını içerdiğine yönelik söylentilere de rastlanıyor. Bu iddialar bazen de "anne karnındaki 3-6 aylık bebeklerin kürtajla alınıp bedenlerinin aşı çalışmaları için kullanılması" şeklinde paylaşılıyor.

Bu da oldukça yanlış bir iddia.

Southampton Üniversitesi'nden Dr. Michael Head, bu söylentiyi net ifadelerle yanıtlıyor: "Herhangi bir aşı üretim sürecinde cenin hücresi kullanılmıyor. "Söylentilerin ortaya çıkma nedeni, aşı geliştirme süreçlerinde laboratuvarda üretilen bazı hücrelerin de kullanılıyor olmasıyla ilgili olabilir. Bu hücreler embriyonik hücrelerin klonlanmasıyla oluşturulur. 1960'larda geliştirilen bu teknikte "bebeklerin 3 aylıkken kürtajla alınıp aşı çalışmalarında kullanılması" gibi bir durum hiçbir şekilde yaşanmadı.

Bristol Üniversitesi'nden Dr. David Matthews, birçok aşının bu yöntemle geliştirildiğini kaydediyor ve aşının yüksek standartlarını korumak için hücre izlerinin detaylı biçimde aşıdan çıkarıldığını da ekliyor. Oxford Üniversitesi aşısını geliştirenler de klonlanmış hücrelerle çalıştıklarını belirterek, bu hücrelerin "kürtajla alınmış bebeklerin hücreleri olmadığını" vurguluyor. Hücreler, virüsün zayıflatılmış bir versiyonunu üreten fabrikalar gibi çalışıyor. Bu da aşının temel çalışma prensibini meydana getiriyor. Ancak zayıflatılmış virüsler, klonlanmış hücrelerin yardımıyla üretilmiş olsa da hücresel materyal aşının içinden çıkarılıyor.

İddia 4: “Ölüm oranı düşük, aşıya gerek yok…”

 

Sosyal medyada yer alan aşı karşıtı argümanlardan birisi de, “Eğer corona virüsten ölme oranı bu kadar az ise aşı olmak gereksizdir” şeklinde formüle edilebilir. Aşı olmaya karşı insanlar tarafından paylaşılan bir görselde, Covid-19 hastalığında iyileşme oranının yüzde 99,97 olduğu söylenerek, coronavirüs kapmanın aşı olmaktan daha güvenli bir seçenek olduğu ileri sürülüyor. Öncelikle bu görsellerde yer alan “iyileşme oranı”, yani virüs kaparak iyileşenlerin oranı doğru değil. Oxford Üniversitesi’nden istatistik uzmanı Jason Oke, corona virüsten enfekte olanların yüzde 99’unun kurtulduğunu söylüyor. Yani her 10 bin kişiden 100’ü yaşamını yitirecek ve bu sayı, görselde yer aldığı haliyle her 10 bin kişiden 3 kişinin yaşamını yitirmesinden oldukça fazla. Öte yandan Oke şunu da ekliyor: “Risk yaş aralığına bağlı olarak çok değişiyor ve Covid-19 kaynaklı olarak uzun vadede meydana gelebilecek ölümler hesaba katılmıyor.”

Yani mesele sadece hayatta kalmaktan ibaret değil. Ölenlerin yanı sıra yoğun bakıma alınanlar ve hastalığın uzun erimli etkilerini yaşayanlar da söz konusu. Sağlık sistemlerinin kapasitesinin aşılması, başka hastalık ve yaralanmalardan muzdarip hastaların iyileştirilmesi konusundaki olanakları da kısıtlıyor. Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu’ndan Prof. Liam Smeeth, toplam ölüm oranına odaklanmanın aşılarla ilgili temel noktayı kaçırdığını belirterek, aşı olmanın başkalarını korumak için atılması gereken bir adım olduğunu kaydediyor: “İngiltere’de salgının en kötü boyutu ve sokağa çıkma kısıtlamalarının da gerekçesi, sağlık sisteminin kapasitesinin zorlanmasıydı. Bakım evlerindeki hasta ya da yaşlı kişiler ve hassas gruplar virüs kaptığında ağır hastalanma riskini daha çok taşıyorlar.”  

Kaynak: 1

İlgili Haberler

Hakkımızda

Seni Sen Yapan Değerlere Dönüş Hareketi