Kanı hâlâ tuzlu akıyordu şairin, çünkü kadim yıllarda yaralanmıştı bir istiridye tarafından… Denize aşık şairlerin ve yazarların sürgünü de denizsiz bir kentte yaşamak zorunda kalmalarıdır belki de.
Belki de bu nedenle deniz kutsanmıştır şairler tarafından. Deniz ve şiir denildiğinde Orhan Veli Kanık gelir hemen akıllara. Öykülerinde denize aşık bir yazarın düşlerini de görürüz. O öykücü ise Halikarnas Balıkçısı’dır. Balıkçıları ve denize yolu düşen insanları öylesine güzel betimler ki kendinizi o kutlu mavi yolculuklarda bulursunuz bir anda.
Orhan Veli, ironik bir şekilde denizsiz Ankara’da yürürken düştüğü bir çukur yüzünden hayatını kaybetmiştir. Denize Hasret adlı şiirinde de içini yakan denizden dem vurmuştur. Halikarnas Balıkçı ise sürgün yeri olarak gönderildiği Bodrum’da kendini ve edebiyatını bulmuştur.
Rüyasında gemiler yüzer şairin. Kendini zavallı hissetmesine neden olanın da gemileri ancak hayallerinde yüzdürüyor olmasıdır belki de. Çocukluk günlerinde bembeyaz köpüklerle açıklara çıktığını büyük bir özlemle anlatır. Köpükleri ise insanların dudaklarına benzetir. Sevdiğinden utanır belki de bu yüzden köpüklerle sevgili olur şair.
Yıllardır denize hasret kalmış bir adamın rüyalarının tuzlu, kabuslarının ise kumlu olması boşuna değildir.
Belki içinizde denize açılan sokaklarda büyüyeniniz vardır. Onlar daha da iyi anlayacaklardır şairin hasretini.
ABD’de mutsuz insanlar artık psikologlar yerine antropologlara gider olmuşlar. Reçete olarak ise şunu veriyorlar: “Ataların gibi yaşa!”
Şimdi burada ne demek istiyoruz?
İspanya’dan ABD’ye göçmüş bir aileye antropolog, ilk olarak mutfağı bağımsız bir eve taşınmaları konusunda uyarıda bulunuyor. Neden mi?
Çünkü İspanyollar için mutfak geniş olmalı. Ataları yemek kültürüne büyük önem veriyorlardı.
Belki de denizsiz bir kente taşınanların yazgısında da denize nazır evlere taşınmak vardır. Bunun kararını belki de psikologlar değil de antropologlar verecektir.
Orhan Veli Kanık’ın ironik vefatı ve bir çukura düşmesi bana bunları düşündürüyor hep.
Bunun yanı sıra istiridyenin kestiği yerden akan kanın ise tuzlu oluşunu, çok sevdiği birinden miras kalan bir acı olabileceğine de yorabiliriz.
Sonuçta aşk, sadece pembe bir pamuk şekere benzemez. Bazen içinde parıl parlayan bir inciyi barındırsa da istiridyeye benzeyen sevgili, seveninin ruhunu da kanatabilir mısralarını da…
Şairler ölür, şiirler öksüz kalır; kanayan tüm mısralar bir gün yolunu bulup denize dökülse de…